Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

“DEVLETİ KARAKOLLARLA TANIDIK”

 Dersim 38 tanığı anlatıyor.

Her Dersimli’nin kışlalarla, karakollarla ilgili anlatacağı bir anısı mutlaka vardır. Çünkü karakollar, Dersim halkının devlet olarak tanıdığı ve ilk kez karşılaştığı ölüm mekânlarıdır. Karakollar, Dersim insanının yaşamında o kadar önemli bir yer tutar ki, başlarına gelen felaketin nedenini iki karakol baskınına bağlayanlar bile vardır. Yani o iki karakol baskını olmasaymış, Dersim’de katliam adına bir şey de olmayacakmış! İşin aslı gerçekten öyle midir? Bu durumda uzun söze gerek yok. Bırakalım tanıklıklar konuşsun.

“Otuz sekiz’in ilkbaharıydı. Dersim’e asker geldiğinde ben hamileydim. Denildi ki nüfus kaydı bulunanlara dokunmuyorlarmış. Bu söylentiden dolayı bazıları da gidip kayıt yaptırdılar. Oysa onlar ne yapacaklarının kararını çoktan vermişlerdi. Doğrusunu sorarsan, Dersim’de artık kimsenin sağ bırakılmayacağını düşünüyorduk. Korku içindeydik. Bundan dolayı gündüz işlerimizi yaparken, gece olunca ormana çekilirdik. Bir süre sonra korkulan oldu. Ovacık’ın aşağı orman köylerinden dumanlar yükselmeye başladı. Bunun üzerine, evlerimizi terk edip ormana doğru kaçmaya başladık. Bu arada her taraftan ölüm haberleri de gelmeye başlamıştı. Öyle bir telaş vardı ki, can havliyle herkes bir tarafa kaçıyordu. Yaklaşık otuz kişiydik ve durmadan yer değiştiriyorduk. Ben hamileyim, yavaş yürümeleri için yalvarıyorum. Ancak kocam dâhil kimse beni dinlemiyordu. Artık ne kaçacak ne de yürüyecek halim kalmıştı. Bizim orada ‘Yeşil Evliya’ diye bir ziyaret var. Onun üst tarafında bulunan ormanın içinde dinlenmeye karar verdim. Çok yorulmuştum, uzandığım yerde öylece uyumuşum. Ne kadar zaman geçmiş bilmiyorum. Birden şiddetli bir ağrıyla uyandım ve korktuğum başıma gelmişti. Diyeceğim,’tecel’ (kader) bir türlü yakamı bırakmıyordu. Ben, ‘daha günlerim var’ diye beklerken, bu alamet içinde doğum sancılarım tutmaz mı? Şaşırdım! ‘Ya Hesüleylaye (ziyaret adı) ben ne yapacağım şimdi?’ dedim. ‘Ne olur, bana yardım et!’ Bir de ilk doğumumdu ve çok korkuyordum. Kurban olduğum Yeşil Evliya sesimi duydu ve bana yardım etti. Orada bir oğlan çocuğu dünyaya getirdim. Bütün cesaretimi toplayarak her işimi kendim halettim. Sonra şalvarımı yırtıp çocuğa bez yaptım ve çocuğumun adını da ‘Usen’ koydum. Günlerdir ormandayım, aç ve perişan durumdaydım. Sonra yakın bir köye gitmeye karar verdim. Gittim ki ne göreyim!.. Köy meydanı cesetlerle doluydu. Korktum ve tekrar geri kaçtım. Açlığımı gidermek için günlerce buğday tanelerini toplayıp yedim. Ama fayda etmedi. Açlıktan dolayı sütten kesilmiştim. Çocuk açtı ve bir türlü susturamıyordum. Bu süre zarfında yakınlarımın beni bulmaları için yerimi hiç değiştirmedim. Derken, günler sonra eşim nihayet gelebildi. Epeyce yiyecek getirmişti yanında. Sonra beni alarak Ovacık yakınlarına gittik. Orada tekrar diğer insanlarla bir araya geldik. Bılgeste (köy ismi) akrabalarım vardı. Yakınlarda belki birkaç aile kalmıştır umuduyla, dereden köye doğru gitmeye başladık. Yolu yarı etmemiştik ki her taraftan kurşun yağmuruna tutulduk. İnsanların çoğu orada vuruldu. Ben, bir iki kadın ve bir de yedi sekiz yaşlarında olan iki kız çocuğu sağ kalmıştık. Şans eseri kurşun bize değmemişti. Birbirimize sarılıp meşe ağacının gövdesinde saklanmaya çalışırken, bir atlı başımızda dikilmişti bile. Korkudan titriyorduk. Öldürülmeyi beklerken nedense sağ bırakılmıştık. Sonra bizi asker nezaretinde Ovacık’a götürdüler.

O zaman Ovacık’ın en saygın ailelerinden birinin evi boşaltılmış ve o ev karakol olarak kullanılıyordu. İki katlı büyük bir konaktı ve iki gözden oluşuyordu. Beni içeri attıklarında etrafıma baktım, herkes tanıdıktı. Askerler, o iblis milislere hangi kadının, kimin eşi ve kimin akrabası olduğunu soruyorlardı. Alt katta erkekler, üstte biz kadınlar kalıyorduk. Öldürmek istediklerini götürüp öldürüyorlardı. Geri kalanların da sürgüne gönderileceği söyleniyordu.

Orada kaldığım süre zarfında insanların çığlığı dışında bir şey duymadım. Çünkü işkence ediyorlardı. Hele kadınların başına gelenleri Allah düşmanıma vermesin! Geceleri gelip içimizden seçtiklerini alıp alaya götürüyorlardı. Sonra kan revan içinde geri getiriyorlardı. Günlerce bu kadınların iniltilerini dinledim, günlerce birbirimize sarılıp ağladık. Yani bir çakı bulsak kendimizi öldüreceğiz. O kadınların çoğu birkaç gön sonra oracıkta öldüler. Sorma başımıza geleni? Öyle bir zulümdü ki ölenlere sevinmeye başlamıştık, gidip kurtuldukları için ciğeram. Daha ne anlatayım… Bilmiyorum oğlum, bunlar nasıl insandılar! Nasıl bir mahlûkattılar ki bize bu kadar eziyeti yapmayı kendilerinde bir hak olarak gördüler.

Küçük kızlara ne oldu?

Anneleriyle birlikteydik. Onlar ‘Qocan’ tarafından kaçıp gelmişlerdi. Aynı zamanda da yakın akrabamdılar. Anneleri çok hastaydı. Bulabildiğim yiyecekleri onlarla paylaşıyordum. Kızlardan biri esmer, diğeri de hafif sarışındı. İkisi de çok güzeldi. Ancak günler süren kaçmanın sonucunda oldukça perişan olmuşlardı. Korku içerisinde ne olacağımızı beklerken, bizi sürgüne göndereceklerini duyduk. Ovacık’ta bir araya getirilen sürgün kafilesi hayli karabalıktı. Hepimizi orman yolundan Hozat’a götürüyorlardı. Yolda bir subayın kızları çığlık çığlığa ata bindirdiğini gözlerimle gördüm. Onları kafileden koparıp götürdüklerinde, anne kendini yerden yere vurdu. Ama feryadını bir türlü duyan olmadı. Duymazlardı da. Çünkü kimin ne olacağına onlar karar veriyorlardı. Zaten bir daha da o kızları görmedik. Başlarına neler geldi bilmiyorum! Biz Alaşehir’e sürgüne gittik. On yıl kaldıktan sonra yasak bitti ve geri geldik. Bu süre zarfında o kadın hep kapıya bakardı ve hep yolları gözlerdi.

İşte böyle Omedem. Kimin ölü, kimin sağ olduğunu bilmiyorduk. Çünkü her birimiz bir tarafa dağıtılmıştık. Neyse ki bir umudumuz vardı. Yakınlarımız hala yaşıyorlarsa mutlaka bir gün Dersim’e geri döneceklerdi umudu hiç eksik olmadı bizde. Dersim’e geri geldiğimizde bizi karşılayanlar çok şaşkındı. Günlerce bir birimize sarılıp ağlamıştık. O güne değin kimse kimseden haber alamamıştı. Sonra ne oldu dersin? Biz başımızdan geçenleri, onlar da kendi başlarından geçenleri anlattılar. Onları dinledikçe inan ki biz başımızdan geçeni unuttuk. Nedenini sorarsan Alaşehir’de ayda bir sefer karakola imza vermeye giderdik. Niye yalan söyleyeyim adamlar bize iyi davranırdı. Meğer burada kalanlar karakollardan neler çekiyorlarmış, günlerce hem anlattılar hem de uyardılar. ‘Otuz sekiz hala devam ediyor, ne olur dikkatli olun’ dediler. İşte böyle Ciğeram… Biz bu devleti karakollarla tanıdık.

Otuz sekiz bitti. Bu arada kimisini öldürdüler, bazılarını bizim gibi sürgüne gönderdiler. Dağlarda saklananlara ise af çıkardılar. Af çıkarılanlar yeniden köylerine geri döndüler. Ama hep tedirginlerdi. Acaba kalan bu az sayıdaki insan da yok edilecek mi tedirginliği hiç bitmedi. Neticede endişelerinde haklı çıktılar. ‘Yok’ etmezler etmesine ama öyle bir intikam alırlar ki kalanlardan. Bütün karakollar yeniden işkence merkezlerine dönüştürüldü. Milislerin verdiği bilgilerle, suçlu şuçsuz demeden, herkes karakollarda falakalardan geçirilirdi. Daha beteri ise, yenilenen veya yeni yapılan karakol inşaatlarıyla ilgili insanlara yapılan zulümdü. Yeşilyazı karakolunda inşaat çalışması var diye köyün erkekleri belli aralıkla karakola çağrılırdı. Herkes kendisine söylenen gün kadar çalışmak zorundaydı. Fakat köylüler için ölüme gitmekle karakola gitmek arasında her hangi bir fark yoktu. Çaresiz oldukları için gitmek zorundaydılar. Karakoldan köy muhtarına isim listesi gönderiliyormuş ‘herkes sırayla gelsin’ diye. Zavallı İsmail bu son zamanlara kadar hep anlatırdı bunu. Bizim köyden herkes karakol çavuşunun verdiği görevi layıkıyla yerine getirmiş. Ama ‘İsmaile Teti’ hariç. O da, ‘işim var, birkaç gün sonra giderim’ düşüncesindeymiş. Vay sen misin gelmeyen ve emre karşı çıkan. Gelip İsmail’i köy meydanında falakaya yatırmışlar. Üstelik bunu köyün çocukları dâhil herkese zorla seyrettirmişler.

Not: Anlatıcı : (E.A.) adının açıklanmasını istememiştir.

Derleyen : Hüseyin AYRILMAZ

Dersim gazetesi www.dersimgazetesi.com

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.