Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

“Sistemin hukuku” Eren Keskin

Türkiye’de yerleşik hukuk sisteminin esası, Kürtleri temel alarak şekillenmiştir.
Çok fazla etnik ve dinsel kimliğin yaşadığı coğrafyamızda, ‘yok etmek ya da yok saymak’ politikaları karşısında, bugüne dek en ‘dik’ duran Kürtler olduğundan, hukuk sistemi de, “Kürt’leri bastırmak” üzerine geliştirilmiştir.
Kürdistan, Cumhuriyetíten bu yana, “özel bir hukuk” ile yönetilmiştir. Aslında tabiri caiz ise, T.C. Kürtlere büyük bir oyun oynamıştır. Önce, Kürtlere kimliklerine dayalı tüm haklarının verileceği söylenmiştir.

Örneğin, 1920 Amasya Protokolü’nde, “Osmanlı ülkesinin, Türklerin ve Kürtlerin ortak yurdu olduğu” tanımlaması yapılmış ve “Kürtlerin etnik ve toplumsal örflerinin tanınacağı” sözü verilmiştir.
İlk meclise Kürtler, “Kürdistan mebusu” olarak girmişlerdir. M.Kemal, Şark Vilayetleri Komutanlığına gönderdiği bir tamimde, “Kürtlere özerklikten” söz etmiştir.
Lozan konferansına Türkiye adına katılan İsmet İnönü, “Türklerin ve Kürtlerin ortak temsilcileri” olduğunu dile getirmiştir.
Ancak 1924 Anayasası ile durum değişmiştir. Söz konusu anayasanın gerekçesinde şöyle yazmaktadır: “Devletimiz milli bir devlettir. Devlet Türk’ten başka bir millet tanımaz.”
Kürtler başta olmak üzere tüm etnik kimlikler artık yok sayılmaktadır. Kürtler, devlet katında artık, ‘Türk’ olmuşlardır. Ve bundan böyle tüm sistem, bu yeni duruma göre biçimlenecektir. Artık Kürtleríe kendilerini yani kimliklerini ‘temsil etmek’ de yasaklanacaktır.
24 Anayasası şöyle buyurmaktadır; “Türkiyeíde din ve ırk ayırt etmeden vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk denir”.
-Otuz yaşını bitiren kadın, erkek her Türk milletvekili seçilebilir.
-Türkçe okuyup yazma bilmeyenler, milletvekili seçilemezler.
Yani artık Kürtler parlamentoya, kendi haklarını temsil etmek üzere girerken de, Türk olacaklardır. Bunun başka bir yolu yoktur.
Kürdistan’a uygulanan özel hukuk bunlarla sınırlı kalmayacaktır. Bölge sürekli “olağanüstü yasalar” ile yönetilecektir. İstiklal Mahkemeleri Yasası, İzale-i Şekavet Yasası, Tunceli Konusu, İskan Kanunu, Olağanüstü hal bölge yasası, Sansür Sürgün Kararnameleri ve benzeri bir çok yasa ve kararname hep Kürtler için “Anayasa” niteliğinde olmuştur.
Türkiye’de yasama, yürütme ve yargı kurumlarının bütünüyle militarizme bağımlı olduklarını, bizim gibi düşünenler sürekli dile getirirler. Bugün ise bazı kesimler artık başka bir tartışma yapmaktadırlar. Artık yapının militarizme değil, AK Parti’ye bağlı olduğu, yüksek yargıda yapılan bir takım değişiklikler ile bunun sağlandığı düşüncesindedirler.
Ben bunun, “objektif” bir bakışı yansıttığını düşünmüyorum.  Aslında AK Parti ile Ordu arasında, “varmış gibi görünen” kavganın, M.Kemal ile ittihatçılar arasındaki kavgaya benzediğini düşünüyorum.
Unutmayalım M.Kemal de bir ittihatçıydı. Ve onların Türk-İslam sentezci, şoven resmi ideolojilerini kendisine temel almıştı.  Ancak onlarla arasında bir iktidar kavgası da vardı. “İpleri eline geçirmek” istiyordu. Ve bunu başardı. Yoksa aralarında “demokrasiye bakış” konusunda bir fark yoktu. Aynı Başbakan Tayyip Erdoğan ile Ordu arasındaki duruma benziyordu.
Eskiden, iktidar sadece ordu tarafından kullanılıyordu. Bugün ise Tayyip Erdoğan ve partisi bence iktidarın “küçük ortağı” olmuşlardır. Yani iktidarın bir kısmının, AK Parti’nin eline geçmiş olması, sistemin “kırmızı çizgileri” konusunda, bir değişime neden olmamıştır. Devletin “Kıbrıs’taki işgal politikası” aynen devam etmektedir. Ermeni Soykırımı’nın inkarı konusunda bir değişiklik yoktur. Kürdistan’a yönelik ‘özel hukuk ve uygulamalardan’ bir adım geri gidilmemiştir. Kısacası ordu ile AK Parti, ikisini de ‘rahatsız etmeyecek’ bir noktada uzlaşmışlardır. Bu nedenle ben “iktidarın bütünüyle AK Parti’ye geçtiği” yaklaşımlarını doğru bulmuyorum. Onlar kendileri için “temel saydıkları” konularda, muhteşem bir uyum içinde görünüyorlar.

Ancak uluslararası Emperyal güçlerin değişen orta doğu politikaları, toplumda “cılızda olsa” gelişmeye başlayan sivilleşme talepleri ve en önemlisi, Kürt hareketinin bunca baskıya karşı ayakta ve sağlam duruşu sistemi çatırdatmaya başlamıştır.

Yeni sistem için bu, bir kriz başlangıcıdır. Ve burada aklıma, her zaman olduğu gibi E. Said ve anlamlı saptaması geliyor: “Entelektüel kriz çözmez, kriz çıkarır!”

Evet, bugün yapılması gereken budur.

Sistemin içine düştüğü krizin, demokratik yöntemler ile derinleştirilmesi ve sistemin demokratikleşme ve sivilleşmesinin önünün açılması gerekmektedir.