Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Dersim-Diller ve Önemi-Ali Haydar Gürbüz

Kimilerine göre sadece bir il ve ilçeleri, kimilerine göre kocaman bir coğrafya, içinde bin yıllık köklere sahip Meşe ve Çam ağaçlarıyla,bir yılan gibi dağların ve ormanların eteklerinde kıvrıla kıvrıla bazen coşkun bazende suskun akan Munzur'uyla,Harçik deresiyle,Ağlayan Kayalar'ıyla,Pertek Kalesi'yle,Gelin Taşları'yla,Düzgün Baba'sıyla,Munzur Baba'sıyla,Axuçanı, Üryanxıdırı, Anafatmasıyla,Ağbabasıyla

önemli inanç merkezlerini içinde barındıran ve kızılbaş Alevilerin Kabesi diye adlandırılan ilahi bir coğrafya. İçinde binbir çeşit bitki örtüsüyle, mağaralarıyla her türlü canlıyı barındıran ,bin yıllık tarihi kültürüyle insanlığın iyi ve barışçıl yönünü yaşatmaya çalışan ve bu uğurda büyük bedeller ödeyen, katliamlara uğrayan,göçlere zorlanan bir coğrafya şu  Dersim, kimilerine göre sınırları Maraş'tan,Erzurum'a ve Sivas'tan Malatya'ya kadar dayanan içinde çeşitli milliyetleri farklı dilleri barındıran koca bir coğrafya....Evet Dersimi tanımlamak ve sadece bir tanımla yetinmek sanırım zor olsa gerek üzerinde belkide sadece bir tanımla yetinilmeyecek tek coğrafya parçasıdır şu Dersim.

 

Can oy can

Ayakları karlı can

Saçları Nar'lı can

dersimden ayrı düşeli

yüreğim zar'lı can

can oy can

ne zaman kalbim daralsa

yüreğim hüzne sevince bürünse

Dersimin dağlarında olasım gelir

Munzur suyuna kendimi atasım gelir

son nefesimi memleketimde veresim gelir....

A.Haydar Gürbüz

 

                       

Dersimde ayrı düşen ve ayrı yaşayan her dersimlinin gün olmasın ki yüreği ve aklı

Dersimde olmasın, gün olmasınki yaşadıkları acılı günleri hafızasının bir köşesinde şiire

türküye,romana veya hikayelere dökmesin,sazın tellerinde dillendirmesin,

tarihinde ihaneti barındırmayan ve kendisine sığınan herkesi din,dil,ırk ayrımı yapmadan

bağrına basan onu olduğu gibi kabul eden ve koruyan,sürekli mazlumun ve ezilenin yanında safını tutan asilane bir coğrafyadır şu Dersim.

 

Dersim adına yeryüzünde ne kadar güzel kelime ve benzetmeler varsa buraya yazılmaya değerdir.

Dersimde çeşitli halklar bir arada tarih boyunca kardeşçe,eşit ve paylaşımcı bir yaşam tarzıyla birlikte yaşamışlardır, bugünde bu yaşam felsefesi bütün güzelliğiyle devam etmektedir.Eskide Osmanlıda yüzlerce halk bir arada yaşardı ama her halkın kendisine ait değer yargıları ve kültürel konumları vardı

halklar bir arada yaşar gibi gözüküyordu fakat iç içe bir yaşam tarzı oluşturmayı başaramıyorlardı,sonuçta Osmanlı İmaparatorluğu dağıldı ve her halk kendi bağımsız devletini kurdu. Demekki halklar arasında ne kültürel birlik nede inançsal bir bütünlük sağlanamamıştı,kendilerine has fikir ve yöntemlere sahip olan bu halklar veya (topluluklar) diyelim,farklı siyasi yapılar içerisinde biribirinden ayrı çoğulcul bir toplum teşkili ediyorlardı. Gerçektende bu topluluklar karışmıştır,bir arada yaşamışlardır ama aralarında ne dini nede kültürel bir bağ kuramamışlardı.Her grup kendi dilini , kültürünü ve inancını kullanmıştır dolayısıyla Osmanlı bu toplulukları asimile edememiştir veya asimile etmeyi başaramamıştı. Her ne kadar Balkan ülkelerine zorla türkçeyi öğretmeye çalışmışlarsada bunda başarı oranı yakalayamamışlardı sadece balkan dillerine bir kaç türkçe kelime girmiş ve diller olduğu gibi bu halklar tarafından korunmuştur.

 

Osmanlıların dağılma sürecinde bir çok etnik farklılıklar ortyaya çıkmış ulus devletler oluşmaya

başlamıştı bu bağlamda da akademisyenler etnikliği ve etnik farklılıkları araştırmışlardır. O dönem itibariyle bu çalışmalar sınırlı kalmıştır. Nüfusun azalması, yoksullaşma, güvensizlik, düzenin bozulması, rüşvet yeme, entrika ve hilekârlıkların ortaya çıkmasının sorumluluğu Osmanlı’ya yüklenmekteydi. Günümüz Türkiyesinde de bu entrikaların devam ettiğini görüyoruz.Rüşvet ve çete bataklığına saplanmış bir Türkiye. Susurluk,Şemdinli,Ergenekon çeteleri vb.Buna geleneksel bir hiyerarşi de denilebilinir, yani Osmanlıda kalma bu hatalara hala devam edilmektedir.Eskide Osmanlılar Yunanlıları suçluyorlardı şimdi de Türkiye dış odakları suçluyor, anlayacağımız tiyatro hep aynı ama rol alan oyuncular zaman ve mekan farklı. İnsanlar kendi çıkarları gereği tarih boyunca savaşlar çıkarmış katliamlar yapmıştır.Kendi iktidarını kurma kendi kimliklerinin belirleyiciliğini başka topluluklara kabul ettirme çabası içerisinde olmuşlardır.Toplumların geçmişi,bugünü ve gelecekteki şekillenişi kimliklerin temelini ortaya koyacak ve şekillendirecektir. Bazı toplumsal cemaatler; soy sop veya inançsal Kimlikleri bir tarafa bırakılarak paranın hakim olduğu şirketleşmeye uyum sağlarlar (.rotary-masonlar-soroptiromistler vs.).(1) Kimlik sorununda en belirleyici olan ise hiç kuşku yokki o toplumun kullandığı iletişim aracı yani "Dil" dir.Bir dilin yok olması demek otomatikmen bir topluluğun veya bir halkın yok olması demektir. Buna bir örnek vermek gerekirse yaptığım araştırmada  rusya ile 30 yıl süren savaşlarından sonra, kafkasya’dan osmanlı’ya sürülen

25.000 civarında ubıh’tan ana dilini konuşabilenlerin sonuncusu, tevfik esenc, 1992’de, öldüğünde ubıhça’yı ana dili gibi konuşabilen kimse kalmamıştı.Gözüken o ki, tevfik esenç bu örneklerin ne ilki ne de sonuncusu. Dersim'de Zazaca(Kırmancki) konuşulmadığı takdirde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bir dildir. Sadece konuşmakta yetmiyor hayatın her alanında,yanı iktisadi, ekonomik, edebiyat vb kullanılmalıdır en önemliside ana dil olarak okullarda çocuklara öğretilmelidir,yoksa önümüzdeki 30 yıllık süreç içerisinde insanlık tarihinde silinme tehlikesiyle yüzyüzedir.

 

Peki   kaybolmaya mahkum dilleri kurtarmak mümkün müdür? Diller nasıl yok oluyor?

 

Bu soruların cevabı çokta zor değildir, her dili konuşan bir topluluk olduğuna göre elbetteki her dilin kurtulma ve yaşatılma şansı vardır. Zaten hiçbir dil kendiliğinden yok olmaz, insanlar baskı ve zor olmadıkça yani mecbur bırakılmadıkça başka dilleri kendi toplulukları veya günlük yaşamları içerisinde kullanmazlar.Bir dilin veya dillerin yokoluşu herhangi bir sebepten dolayı, dili kullanan ırk veya grubun yok oluşu, nüfus azalması,asimilasyon gibi bir kaç neden sayabilirim. Ülkemizde Kürtçe ve zazacanın diğer doğal nedenlerden ziyade asimilasyona uğrayarak yok edildiği ve ettirilmeye çalışıldığı bir gerçektir. Baskı altında yaşamlarını sürdüren dillerin karşılaştığı en büyük problem asimilasyon. asimilasyon geçen yüzyıl başlarına kadar baskı ve zor kullanma ile kendini gösterse de, artık ekonomik ve buna bağlı kültürel yaygınlaşma ile oluşuyor. Ubıhlar rusların baskılarından kaçabilmek için kendi istekleri ile ubıhça’yı

 bırakıp abhazca ya da çerkezce kullanmaya başladıklarından bahsediliyordu, ancak günümüzde

 endonezya’da yerel 500 dil ve/veya diyalektiğin yokolmaya yüz tutmasının temel nedeni ingilizce temel eğitim ve ingilizce’nin sağladığı iş ve yaşam olanakları.

 

Yakın geçmişte Dersimde yaşayan Kürtler  başka şehirlere gittiğinde baskılardan kendilerini korumak için dersimli olduklarını inkar decek kadar çekiniyorlardı, ne kürtçe nede zazaca konuşulmuyordu.Okullarda tamamen bu dillerin konuşulması yasaklanmıştı.

 

şu anda dünya nüfusunun %96’sı, dünya dillerinin %4’ünü kullanıyor.

bu büyük farkın kapanması veya en azından daha da açılmasını önlemek için bir takım çabalar da yok değil. tehlikede olan dillerinin kayıt altına alınması, yaygınlaştırılması amacıyla oluşturulan bir kuruluş olan foundation of endangered languages (tehlikede olan diller örgütü) bu tip araştırmalara kaynak sağlayabiliyor.

 

Yaşadığımız koşullar,buna politik ve siyasi süreçlerde denilebilinir,günlük yaşamımızda ara ara bilincimizde bazı değişimler yaratmıştır,gelişmelere bağlı olarak bazen bilinçli

bazende bilinçsiz tavırlar aldığımız olmuştur.Sürekli tavır aldığımız olaylara geçici veya basit bir gözle bakamayız. Kendimizi tanımlama gereği yaşadığımız coğrafyaya pratik,

tarihsel,duygusal ve kültürel olarak bağlı his ediyorsak kendimiz için en iyi bu olduğunu kabul ediyorsak o zaman etnik anlamda da kendimizi tanımlamak ve aidıyetimizi

ortaya koymak durumundayız.Etnik aidiyette kendimizi sürekli bir değişimin içine koyamayız neysek oyuz.Yaşantımızı ve geleceğimizi buna göre ayarlamak durumunda kalırız. Ülkeyi yöneten güçler şayet etnik yapıları tanımamazlıktan gelir onların haklarını gasp ederlerse

burada insanlık adına büyük bir suç işleniyor demektir.Dersimde şu anda konuşulan iki önemli ana dil mevcuttur ve bu her iki dilde yasaklıdır.Günümüzde adından bahsedilen "demokratik açılımlar" paketinde dahi bu dillerin serbestliği tam olarak konuşulmuyor. Kürtçe genel anlamda Zazacadan daha şanslı olmasına rahmen adında bahsettiğimiz bölge Dersim olduğuna göre,Dersim bölgesinde de büyük bir tahribat yaşıyor,şu anda Kürmeş köyünde dahi kimse çocuklarıyla ana dilini konuşmaya yanaşmıyor, tehlikenin boyutu aslında bütün çıplaklığıyla gözler önünde, diller serbest bırakılmadıkça okullarda eğitim dili olmadıkça, zorlamalarla bir yere götürülemez, nesil tükendikçe dillerde beraberinde ölür gider.

 

 Zor niçin tercih edilir?

 

Devleti yöneten iktidar partileri veya buna sistem diyelim şayet kendi içlerinde bulunan farklı etnik yapıları dıştalayıp haklarını gasp ediyorlarsa, bu etnik yapılar kendilerini itilmişlik duygusuna kaptırıp 2.sınıf vatandaşılığını kabul etmeyip elbetteki hertürlü hak arayışına yöneleceklerdir.Bu hak arayışları demokratik çözümlerle olmuyorsa o zaman birileri de zor olanı yani çatışmaları tercih eder.Zaten Türkiyede bugün bu dillerden bahsediliyorsa bu çatışmaların

 getirdiği bir sonuç olarak düşünülebilinir,Türkiye açısında yalnız dillerdeki bu problem değil inaç bazındada yasaklar mecuttur, mesela Alevi Kızılbaş inancında papılan Cem'ler yasaklanmıştı yani insanın en doğal hakkı olan ibadet etmeyi dahi yasaklamışlardı,dini anlamda da bu toplumu sunnilleştirme çabalarının bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Son dönemlerde Politikacıların dilinde "Çok Kültürlülük ve Anadolu Mozaiği" kavramları düşmez oldu ama bütün bunlar,

yukarıda bahsettiğim sorunlar yasal gövence altına alınmadıkça,uygulamaya konulmadıkça, politik kavramlar ve ayak oyunları  olmaktan öteye gitmeyecektir.

 

birer birer

yüzer yüzer

dizilir gideriz

halkımızın dilinde

gönlünde yüreğinde

umut olur sevgi olur

özgürlük tutkusuyla

türkü olur dillenir gideriz

 

bu umut bu sevda ve bu inanç

oldukça yüreğimizde

biz bu davayı

sonuna kadar sürdürür gideriz

 

kimse beklemesin bizde teslim olmayı

bu uğurda yaşamını yitirenleri unutmamızı

kimse beklemesin bizden

dilimizi külütürümüzü inancımızı

memleketimizi,doğamızı unutmamızı

kimse beklemesin bizden

memleketimizden ayrı yaşamamızı

 

yeterince kaybettik

başka dillerle eğitimlere başladık

asimile olduk ve hala olmaya devam etmekteyiz

dur demeye fazla vaktimiz kalmadı

yaşamı sağır kulaklarımızla dinlemeyeceğiz

açacağız sonuna kadar ve hiç bir kelimeyi kaçırmayacak kadar

dinleyeceğiz,duyacağız

kör gözlerimizle bakmayacağız

gözlerimizi açacağız bakacağız

görebileceğimiz en uç noktasına kadar

kimse bizden duyduklarımızla gördüklerimizle öğrendiklerimizle

susmamızı beklemesin......

A.Haydar Gürbüz

 

amerikan yerlisi darryl babe wilson’ın dediği gibi: “bu dünyada hayatta kalabilmek için beyaz adamın dilini öğrenmeliyiz, ama sonsuza kadar yaşamak için kendi dilimiz bilmemiz gerek.”

 

Diller niçin bu kadar önemli?

 

Bakınız crystal dilleri neden bu kadar önemsemeliyiz sorusuna beş temel başlık ile

cevap veriyor. kültürel farklılıkların getirdiği değerlerin korunması, kimlik değeri sağlaması, içinde tarihi bilgileri barındırıyor olması, insan bilgisinin genel bir toplamı olması ve kendi açılarından ilginç konular içeriyor olmaları.

 

Son yıllarda yazılı ve görsel basında etnik dillerde yayın serbestliğinin kısmende olsa oluşmasıyla beraber kimlik sorunuda aydınlar tarafından gündeme taşındı. Medyada sık sık alt kimlik-üst kimlik kavramları yazılır oldu. Bazı guruplar biz alt kimlik değil, kurucu unsuruz tarzında serzenişlerde bulundular. Kavram olarak Alt kimlik; bir insanın içinde doğduğu etnik ve/ veya dinsel gurubun kimliğidir. Üst kimlik ise; belirli bir halkı ve devleti bir arada tutabilmek için

devletin vatandaşa empoze ettiği kimliğidir.Alt- üst kimlik arasında çok ciddi yakın ilişkiler vardır.(2) Etnik yapının tanınmadığı ve tek millet, tek ırk, tek din mantığının sürdüğü bir ülkede

 medyada konuşulan bu kimlik sorununda da bir yerlere varılmayacağı açıktır. Çok kültürlülük ve Anadolu mozaği kavramları son dönemlerde her kesim tarafından sık sık kullanıldığını yukarıda kısaca belirtmiştim.

 

Yaşadığımız çağda dünya üzerinde 200 civarında egemen devlet ve yaklaşık 6500 dil konuşulmaktadır. Bu yüzden çok kültürlülük ve çok dillilik bütün devletler için söz konusudur.Anadolu Mozayiği kavramı ise aslında içinde gizli bir asimilasyon politikasını içermektedir.Duygu temelinde Anadolu halkını kimliklerinden koparıp iktidarın sistem çalışmalarına uygun hale getirilip uzun bir sürecin sonunda Asimile etme politikasindan başka bir şey değildir. Anadoluda varsayılan dilsel ve etniksel çeşitliliğinin geleceği hiç bir şekilde

güvence altına alınmış değil. Dillerin büyük bölümü ekolojik , ekonomik, ve siyasal baskılar gibi nedenlerle yok olmaya devam ediliyor.Dilsel çeşitliliğin geleceği güvence altında değildir."Dil insanlığın ortak mirasıdır" kavramı sadece söz veya yazıda ibarettir.Başka dillere aynı çatı altında

saygı duymak ve yaşamasını sağlamak ancak bu kavramın içeriğini doldurabilir.

Her bir dil sistem ve yapısı ile uzun bir tarihsel sürecin ürünüdür.

İbrani’ce İsrail’e yakın zamanda taşınarak resmi bir dil olarak yaşama hakkı bulmuştur.

 

Dilbilimci Gregory Anderson, “Dilsel yapılar da yok olmaktadır,” diye yakınmaktadır.

 “Burada yok olan insanlık için ortak değerlerdir.” Aynı zamanda Oregon’daki

‘Living Tongues Institute for Endangered Languages’ (Tehlikedeki Diller İçin Yaşayan Diller Enstitüsü)

 Direktörü de olan Anderson’a göre ayrıca Kanada’nın British Columbia eyaletinde bulunan Queen Charlotte (Kraliçe Şarlot) Adası ve Alaska yerlilerinden sadece 50 kadarının konuşabildiği Haida dili de, “kesinlikle umutsuz, çaresiz bir durumda”.

Anderson, dünyadaki öteki dillerle bir bağı/bağlantısı olmayan ve iki lehçesi bulunan Haida dilini “büyüleyici” olarak vurgulayıp, “Bu özelliği de bu dili eşsiz yapmaktadır,” dedi. “Bir dil yok olduktan sonra o dilin nesli de ulusu da onunla birlikte yok olur gider.”

 

 

Genosit’e tabi olmuş hiçbir halk dilini ve kültürünü geleneksel değerlerini kaybolmasını istemez.

Alman Nazizminin ırkçı vahşeti Yahudi soykırımı vahşeti belleklerimize kazınmıştır.Bugün Nazi vahşetini belleğinde silmek istemeyen binlerce insan hala Dachau kampını ziyaret edip faşizme lanet okumaktadır.Dünyada soykırıma maruz kalmış halkları herkes çok iyi bilir. Dersim halkı 38 de katliama hatta bir soykırıma mahsur kaldığında aynı zamanda sahip oldukları dillerin

kültürlerin talanınıda beraberinde yaşamışlardı, 38 sonrası ve öncesi yaşanılan sürgünler ve zorunlu göçler asimilasyonu dahada hızlandırmış vahim bir hale getirmiştir. Kafkasya da asırlardır kardeşçe bir arada yaşayan halklar milliyetçilik dalgasına yakalanarak birbirlerine düşman edilmektedir. Dersimde diller kısmen farklı olsada veya farklı iki dil olsada ayrı iki ulustan bahsedemeyiz bu büyük bir yanılgıyıda beraberinde getirir, eğemen güçlerin bölgeyi bölme parçalama ve zayıf düşürme politikalarınada müsait bir hal alabilir dikkat edilmesi gerekiyor. Dilin en önemli yanı toplumdaki kültür karakter ve sosyal ilişkileri belirlemesidir.

 

Binlerce yılda oluşan dil ile beraber sosyal yaşamı düzenleyen –töreler, bunları yaşatan masallar, destanlar ,atasözleri , dille birlikte oluşmaktadır..

Yani Bir dilin yok oluşu binlerce yıllık kültürel kazanımın yok olması anlamına geliyor.

Toplumsal yozlaşma denilen olgu da dilin ölümüyle beraber ortaya çıkıyor.Dersim sorunu yalnızca askeri bakımdan çözmenin yetersiz olduğunu belirten Kemalist ideoloji sorun olarak gördükleri Dersimi bifiili olarak ortadan kaldırıp soykırıma varana kadar çeşitli politikalar

geliştirdiler, Sürgüne yollanan dersimli ailelerin aynı bölgede olmamalarına önemle dikkat ettiler,bunun altında yatan esas neden ise aynı yerde ikamet etmeleri halinde bu ailelerin kendi dillerini ve aidiyetlerini unutmayacaklarını sürdüreceklerini dolayısıyla yapılmak istenen asimilasyon politikasınında gecikebileceğini veya başarılamayacaği endişesini içermekteydi.Nitekim Sürgüne gönderilen dersimli aileler de kendi dillerini, kültürlerini ve inançlarını hertürlü baskıya karşın korumuş ve günümüze kadar getirmeyi başarmışlardır.Aşağıda çeşitli kaynaklardan edindiğim bilgileri ek olarak buraya aktardım.

 

kürt ayaklanmalarının sonuncusu olan dersim ayaklanmasının, hem isyancılar hem de genç cumhuriyet açısından ayrı bir önemi vardır. Tunceli(o zamanın dersimi), osmanlı'dan beri zorlu doğa koşulları ve etkin aşiret egemenliğiyle neredeyse, anadolu'nun ortasında içine kapalı ayrı bir ülke gibiydi. bölgeye tümden hakim durumda olan aşiretler, vergi vermiyor, askere insan göndermiyor ve kendi adlarına vergi topluyorlardı. sürekli olarak besledikleri, özel silahlı güçlere sahiptiler. aşiretçilik ve göçerlik egemen sistemdi ve bölgenin tek "ekonomik" faaliyeti, ticaret değil eşkiyalıktı. türkiye cumhuriyeti yasaları bu bölgeye henüz ulaşmamıştı. ulusal bütünlüğün tamamlanması, bölge halkının, göçerlik ve feodal gerilikten kurtarılması ve bitmek bilmeyen kürt ayaklanmalarına son verilmesi için, dersim sorunu çözülmeliydi.

ankara'nın kalıcı bir çözüm bulunması için kararı şuydu: "dersim sorunu yalnızca askeri eylemlerle çözülemez. kalıcı bir çözüm için, sosyal ve
ekonomik önlemlerin alınması gerekmektedir..." bu anlayışla yapılacak işlerin planlamasına 1927'de başlandı ve alınan kararlar bir program düzeniyle uygulamaya sokuldu. önce, bölgeyle olan ulaşım sorununu çözmek için yol ve köprüler yapıldı. aşiret dışı köylülere toprak verilerek bunların hem tarım, hem de ticaretle uğraşmaları sağlandı. eğitime özel önem verildi. ilk elden, pülümür, mazgirt ve hozat'ta bölge okulları açıldı.

aşiretler hakkında araştırmalar yapıldı. nüfus ve silah güçleri ile etkinlik alanları, ekonomik durumları saptandı. aşiretlerin tüzel kişilikleri kaldırıldı,bu nitelikteki taşınmazları devletleştirildi.

 

Haziran 1934’te çıkarılan 2510 no’lu yasa “Türkiye topraklarını” üç parçaya bölüyordu.

1- Türkçenin anadil olduğu ve Türk kültürünün yaşandığı bölge.

 2- Nufusunn Türk olmadığı Türk diline ve kültürüne asimile edilmek üzere yer değiştirilecek nüfusun yaşadığı bölge. 3- Tamamıyla boşaltılacak bölge. Bunların yeterli olmuyacağı düşünülerek Dersim için özel bir yasa çıkarılıyor. 25 Aralık 1935 yılında çıkarılan 2884 sayılı Tunceli İlinin İdaresi Hakkındaki Kanun’a göre Dersim adı Tunceli olarak değiştirilip muazzam yetkilerle donatılan Abdullah Alpdoğan vali olarak atandı. Vali, gerekli gördüğü taktirde ili oluşturan ilçelerin ve bucakların sınırlarını ve merkezlerini değiştirebişlecek, kişiyi ailesiyle beraber istediği yere sürebilecek yetkilere sahipti. Bu kanunla birlikte yürürlüğe giren sürgünler ve katliamlar 1938’e kadar devam etti.

1936 yılında Atatürk mecliste yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “İçişlerimizde önemli bir şey varsa o da Dersim meselesidir. İçerde bulunan bu yarayı, bu korkunç çıbanı ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalıdır.” ()

1935 yılında, 2884 sayılı "dersim'in vilayet teşkilatına alınması" için bir yasa çıkarıldı. vali ve komutan

yetkilerini birleştirerek yönetim yetkilerini arttıran bu yasa ile dersim'in adı tunceli olarak değiştirildi.

 

 

 

 

 

......

 

 

 

Dil sadece anlatmak istediğimizle alakalı değildir aynı zamanda kim olduğumuz ile de alakalıdır.

Dil kültürün en ayırt edici özelliğidir.

Bu yüzden kültürel paylaşımlar ortak olabilir ama dil bu anlamda kesin belirleyici bir unsurdur.

Dil ile kültürel benzerlikler halklar arasındaki bağın ne kadar kuvvetli olduğunu gösterir. (3)

Demokratikleşme iradesinin herhangi bir yaptırımı olmaksızın her

kesin özgürce kendi dilini konuşup yazabileceği eğitim görebileceği bir ortamda,

dillerin yaşatılması için gereken adımlar atılmalıdır.Demokrasilerde yapılacak

bu tercih insanlar arasındaki ayrımcılığı ortadan kaldırıp toplumsal beraberliği

güçlendirecektir.Dil komşusu olan halkların dilleri ile her zaman bir etkileşim içindedir.

Hiç bir dil saf Ari dil değildir.Türkçe kelimeler içerisinde Osmanlıca,Arapça, Farsça,

 Rumca, İngilizce, vs.kelimeler doğal olarak vardır. Yakın coğrafyalar arası ilişkilerden

 ötürü dilin kelime dağarcığına girip yerleşmesi ve paylaşılması normaldir.

Bu yüzden etnik dillerin etimolojik araştırmalar ışığında tarihsel birlikteliklerle

 toplumsal paylaşımların vesile olduğu birçok kelime alışverişleri olmuştur,

olacaktır da.Kentlerde yoğunlaşan Diaspora da farklı etnik dile sahip topluluklar

Türkçe’nin dışında kendi dilerinin varlığını sürdürebilme bilincini yitirebilmekteler.

Ne yazık ki köyden kente göç eden büyük bir kitle kendi dilini ve

 kimliğini inkar ederek “dilsel intihar” yani gönüllü asimilasyonu kabul ediyor.

Ana dil yetisine sahip az sayıda çağdaş örnek insanlar bu yok oluşa dur demelidirler.

 

Her dil o dili konuşan insanın ve kültürün aynasıdır.

Küçük bir çocukken öğrendiğiniz dil kendinizi

en iyi ifade edebileceğiniz tek araçtır.

Ana dilin haricin de sonradan öğrenilen eğitim ve öğretim dilini kullanırken telaffuz ,

yazım hataları , algılama, uyum bozukluğu gibi sonradan karşılaştığı dile adapte olamayan binlerce insan vardır.

 

 

Kültürel farklılıkları ve dil ayrılıkları bölünmelerin nedeni olarak görmek yanlış bir bakış açısıdır.

Birleşmiş milletler insan hakları bildirgesinin ikinci maddesi ile

Her kes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka bir görüş,

ulusal yada toplumsal köken, doğuş yada başka bir statü gibi herhangi bir

 ayrım gözetmeksizin bu bildirgede ileri sürülen tüm hak ve özgürlüklere sahiptir”hükmü getirilmiştir.

Hak ve Özgürlük arayan kimliklerin , ezilen sınıfların, aykırı düşünce ve inançların;

“Daha az devlet , daha çok toplum” haykırışlarına karşılık statüko ve

 Türk milliyetçi bakışa sığınarak “Hep Devlet, hiç toplum” anlayışını dayatılıyor.

“Tek Vatan tek millet” “ne mutlu Türküm diyene” “ bir Türk dünyaya bedeldir” vs.

 bu söylemler baskıcı hegemonya anlayışının kaçınılmaz ifadesidir.Askeri otoritenin kutsallığı ve dokunulmazlığı

 öne sürülerek devletin bekası için her yolun mübah sayıldığı kirli ilişkiler açmazı bir işleyiş sürüp gitmektedir.

Ne yazık ki her türlü yasa dışı işlev görmezlikten gelinebiliyor.

 Böyle olunca adalet mekanizması ve bağımsızlığı sınıfta kalmıştır.

bu kadar zaman geçmesine rağmen Susurluk, Şemdinli ,

faili meçhul cinayet vakalarının sonuçları belirsiz ve de örtülü kalmıştır.

Hak ve özgürlüklerin gündeme geldiği sancılı bir süreç yaşanıyor.

Totaliter baskıcı uygulamalar toplumsal yaşamın her kademesine dayatılmakta.

 

Devlet toplumsal mozaiğin bütün renklerini net bir biçimde görülebilmesini sağlayacak,

demokratik açılımları dışardan gelecek yaptırımlarla değil de kendi vatandaşına

eşitlikçi ilkeleri doğrultusunda yasal düzenlemeler yapabilir.

 

Bir ülkede farklı etnik grupların yaşaması, hiç kuşkusuz

sosyal ve kültürel açılardan bir zenginlik ve bunların barış ve

 huzur içinde birlikte yaşamaları ideal bir durumdur.

Günümüzde ekonomik ve siyasi açılardan gelişmiş bir çok devlet,

ülkesinde yaşayan farklı etnik gruplara karşı ayırımcılık yapmayarak,

onlara fırsat eşitliği sağlayarak, bunu başarmış ve milli güvenlik ve ülke bütünlüğünü koruyabilmiştir.

herhangi bir dilin tarihsel süreç içindeki değişimini, değişik dönemlerdeki

özelliklerini tarihsel yazılı belgelerin ve edebi metinlerin çözümlemelerine

dayanarak ele alır. Edebiyat incelemelerine ağırlık verir. Dilbilim bölümlerinde

 ise, insan dili, gerek tarihsel, gerek günümüz özellikleri ile kendi başına bir olgu

 olarak ele alınır. Yazılı ya da sözlü dil kullanım örnekleri ile tek bir dil üzerine

 incelemeler yürütülebileceği gibi, diller arası karşılaştırmalı ya da insan dilinin

evrensel ilkelerine yönelik çalışmalar yapılabilir.

 

Kürt dili, edebiyatı, tarihi, etnografyası gibi Kürtlere ve yaşadıkları coğrafyaya dair

 araştırma ve çalışmaları kapsayan bir bilimdir. Kimi zaman bu terim yerine,

“Kürt incelemeleri” ifadesi de kullanılmaktadır. Uluslararası düzeyde ve akademik

 çalışmalarda Kürdoloji olarak kullanılan bu kavram (Fransızca Kurdologie,

İng. Kurdology, İt. Curdologia, Hol. Coerdologi) Türkiye’de, resmi olarak,

Kürtler bir halk, Kürtçe de bir dil olarak kabul edilmediğinden, kullanılmamaktadır.

 “Bilim yuvası” üniversitelerde anadilde eğitim ve Kürtçe seçmeli ders hakkı istemelerinden

 dolayı öğrencilerin üniversiteden kovulduğuna, kendi dillerinde yazıp okuyan, dillerini

araştıran Kürt aydınların tutuklandığına tanık olduğumuz şu günlerde, geçmişte

Kürdoloji üzerine yapılmış çalışmaları anmak özel bir önem kazanmaktadır

 

 


Değişik bölgelerde yaşayan insanlar her bölgede kendilerine ait bir dil oluşturmuşlardır.

Zamanla dünyanın yeni yerlerini keşfeden insanoğlu, buralara yayılmış ve bu geniş yayılmanın sonucu,

binlerce farklı dil ve beraberinde binlerce farklı kültür oluşturmuştur. Bugüne kadar bu dillerin kimi yok olmuş, kimi de değişime uğramıştır. Kimisi de değişerek, gelişerek yeni dilleri oluşturmuştur. Dillerin yaşaması, kültürlerin yaşaması demektir. Her yok olan dil, insanlığın milyonlarca yıllık kültürel birikiminde bir yok oluş anlamına gelir.İnsanlık tarihi kadar eski olan ve tüm insanlık gelişiminin de temel unsuru saydığımız dil, insanlığın sahip olduğu bir temel değerdir. Bunların hiçbiri diğerine göre daha değersiz bulunamaz. Bunlardan herhangi birinin yok oluşu, “önemsiz” olarak değerlendirilemez. Dillerin yok oluşu, insanlığın tarihsel birikimi ve kültüründe bir azalma demektir.

Bir dili yok etmek, o dile özgü kültür üretme olanağını yok etmektir.

“Evrensel kültür ve uygarlık havuzunu besleyen damarlardan birini kesmek demektir.

İnsanlığı, dünya üretim havuzunu; o dille üretilebilecek özgün kültür ürünlerinden, hem de sonsuza dek, yoksun bırakmak demektir.”


Her dilin; kendine özgü şiirleri, deyimleri, yazıları, edebiyatı, atasözleri, esprileri vardır.

Dil, farklı inançların, kültürlerin, ifadelerin, üretimlerin yansımasıdır. Bu nedenledir ki;

bir dildeki bu tip sanatsal üretimleri başka dillere aktarırken zorluk çekilir. Veya çevrildiğinde tam olarak anlaşılmaz. Çünkü mesela bir dilde olan deyim, diğer dilde yoktur. Anlayış, bakış açısı, espri anlayışı, refleksler farklıdır.


Dillerin yok olmasında soykırımların da payı vardır. 16. yüzyılda Amerika kıtasındaki yerli halkın %99’u,

İspanyol ve daha sonra gelen İngiliz işgalciler tarafından soykırım sonucu yok edilmiştir. Böylece, Mayalar,

Aztekler, İnkalar’in yok edilmesiyle birlikte bu halkların dilleri ve kültürleri de yok olmuştur. Bu ise, edebiyatlarının, deyimlerinin, şiirlerinin, şarkılarının, sanatlarının yok olması anlamına geliyor.
Kültürel soykırıma ilginç örnekler vermek olanaklı elbette: Amerikalı esir tacirleri, Afrika’nın çeşitli bölgelerinden, dilleri farklı kabilelerden gruplar halinde bir gemiye koyup Amerika’ya götürmüşler. Aynı dilden olanları iletişim kurmasınlar diye ayırıp farklı yerlere dağıtmışlar. Yine Kuzey Amerika’da Anglo-Saksonlar; farklı dillerdeki yerli halktan insanları aynı kampa toplamışlar ve İngilizce eğitimi vermişler.

Tabii ki, birbirleriyle konuşamasınlar ve bu sayede kısa sürede İngilizce’yi öğrensinler diye.

David Crystal: “Bir dilin yaşayabilmesi için halkın dilini sevmesi, her alanda kullanmak istemesi,

 onunla iftihar etmesi çok önemli. Onun için, sömürgeci, halkta özellikle kendi dilini hor görme, aşağılama tavırlarını oluşturuyor.”

Kenyalı bir yazar olan Ngugi va Thiongo, “Aklın Sömürgeleştirilmesi: Afrika’da Dil Siyaseti”

adlı kitabında yaşadığı bir anısını şöyle anlatıyor: “En aşağılayıcı durum, okul civarında kendi

dilini konuşurken yakalanmaktı. Yakalananın çıplak kıçına sopayla vuruluyor veya boynuna, üstünde ‘Ben aptalım’, ‘Ben eşeğim’ yazan madeni bir levha asılıp, ortalıkta dolaştırılıyordu. Bazen de, ‘suçlu’nun ödemekte zorlanacağı para cezaları kesiliyordu. Peki, öğretmenler ‘suçlu’yu nasıl yakalıyorlardı?Başta, öğrencinin birine bir düğme veriliyordu. O, ulusal dili konuştuğunu gördüğü bir öğrenciye düğmeyi verecek.

Günün sonunda düğme kendisinde kalan öğrenci düğmeyi kimden aldığını ifşa edecek ve süreç zincirleme gidip gün boyunca anadilini konuştuğu için düğme üstünden geçen tüm öğrenciler yakalanacaktı. İşte böylece anadilin konuşulması engellendiği gibi, çocuklar cadı avına sürülmüş, muhbirliğe, ötesi, kendi toplumuna ihanet etmeye alıştırılmış oluyorlardı.”

 

 

Lerx, ikinci kitabında Kurmanci ve Zazaca metinlere ve bunların

Rusça çevirilerine yer vermektedir. Dilbilimsel çalışmalar ile Kurmanci ve

 Zazaca sözlük çalımaları ise üçüncü ciltte bulunmaktadır. M. Zeki Işık(Kürdoloji tarihine bakış)

ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERDE ANADİL SORUNU

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ nin (1948) 2,1 maddesi: Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya herhangi inanç, milli veya sosyal köken, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetmeksizin işbu bildirgede ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanır.

Birleşmiş Milletler Uluslararası Kişisel ve Siyasal Haklar Sözmesi Madde (1996)27:

Etnik ve dinsel azınlıkların yaşadığı ülkelerde, bu azınlıklara mensup bireyler,

grubun diğer üyeleriyle birlikte kendi kültürlerini yaşamak, kendi dillerini ifade

 etme veya kendi dillerini kullanmak haklarından mahrum edilemez.

Birleşmiş insan Hakları Komitesi 27. maddenin ‘ Sözleşme ile sağlanan

haklardan başka, onlara ek olarak, yalnız azınlık gruplarına mensup kişilerin yararlandığı bir hak yaratmış ve tanımış’ olduğunu belirtiyor.

BM, 1992 de Ulusal veya Etnik, Dini ve Dilsel Azınlıklara Mensup

Kişilerin Hakları Bildirgesi yayınladı. Bu Belge henüz devletler için hukuki bağlayıcı bir konumda değil.

Bu Bildirge sözü edilen azınlık gruplarına mensup insanlara daha ayrıntılı

standartlar belirtmiştir. Bu Bildirgenin 2.1 maddesi: Devletler, mümkün olduğu

ölçüde, bir azınlık grubuna mensup kişilerin kendi anadillerini öğrenmelerini ve

 bu dilde eğitim almalarını sağlayacak uygun önlemleri almalıdırlar.

Ulusal azınlıklara mensup kişilerin haklarının korunması için belirli

standartlar yaratan ilk önemli Belge AGİT ‘in 1990 da Kopenhag’ta

 düzenlenen İnsani Boyut Konferansı Belgesidir. Bu Belgenin 31. paragrafı ulusal azınlıklara

 mensup kişilerin tam hak eşitliğini sağlayacak şekilde ifade edilmiştir.

Belgede dilsel haklarla en çok ilgili olan bölümü ise, eğitim ve kamu otoriteleri ile

iletişimde dil kullanımı ile ilgili olan 34. parragraftır. Buna göre: Katılımcı devletler,

 ulusal azınlık gruplarına mensup olan kişilerin, resmi dili veya devletin dillerini

öğrenme ihtiyacının yanı sıra, kendi anadillerini öğrenmeleri ve kendi anadillerinde

eğitim almalarını ve mümkün ve gerekli olan hallerde ve var olan hukuki mevzuata

 uygun şekilde, kamu otoriteleriyle iletişimlerinde kendi anadillerini kullanmalarını sağlamaya çalışacaklardır.

Dilsel haklar konusunda AGİK’ in Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği,

Ulusal Azınlıkların Eğitim Hakları Hakkında Lahey Önerileri (1996) ve

 Ulusal Azınlıkların Dilsel Hakları Hakkında Oslo önerileri (1998), devletlere

 eğitim ve dil konularında uluslararası alanda kabul görmüş standartlara uygun

önlemler hakkında rehberlik etme amacındadırlar.

Ulusal azınlıklara mensup kişilerin, dilsel haklar da dahil olmak üzere,

tüm haklarının korunması ile ilgili olan Avrupa hukuki sisteminin gerçek

temelleri, AK( Avrupa Konseyi) tarafından hazırlanan ve devletler için

 bağlayıcılığı bulunan iki belge tarafından belirlenmiştir.

Bu belgeler, Ulusal azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi ve

Avrupa Bölgesel veya Azınlık dilleri Şartı’ dır. Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri

 Sözleşmesi’ nin (1192) 2.Bölümünde” Her azınlık dilinin zenginliğinin tanınması,

bulunduğu coğrafyaya saygı gösterilmesi, yaşamasını engelleyecek idari bölünmelerin

ortadan kaldırılması. Dillerin öğreniminin resmen güvence altına alınması, dillerini

konuşamayanların öğrenmeleri için gerekli kolaylığın sağlanması, azınlık dilini konuşanlar

arasında ayrımcılığın önlenmesi, farklı dilleri konuşanlar arasında saygı ve anlayışın teşvik

edilmesi, bölgesel dilleri konuşanların çıkarlarını temsil edebilecek kurumlaşmalara gitmelerinin

yolunun açılması” gibi maddeler yer almaktadır.

Çerçeve Sözleşmesi, geleneksel hukuksal eşitlik prensibini içeren ve bunun üzerine azınlıklara

 mensup kişilerin bazı belirli haklarını da inşa eden ilk bağlayıcı çok taraflı belge olma özelliği taşımaktadır.

Avrupa Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı’ nın en önemli amacı, Avrupa’ nın tehdit altında

olan kültürel mirasının bir parçası olarak bölgesel ve azınlık dillerini korumak ve geliştirmek

ve bu dilleri konuşanların özel ve kamusal hayatta bunları kullanmalarını sağlamaktır. Şartın

 1. Maddesinin ortaya koyduğu a şıkkı “bölgesel ve azınlık dilleri şu şekilde tanımlanmaktadır:

Sayıları devletin geri kalan nüfusundan daha az olan ve o devletin vatandaşı olan bir grup tarafından

 o devletin toprakları üzerinde geleneksel olarak konuşulan ve o devleti resmi dil veya dillerinden farklı olan diller.

Bu tanıma, ne o devletin resmi dil veya dillerinin lehçeleri, ne de göçmenlerin dilleri dahil değildir.


BATILI ÜLKELERDE ANADİL EĞİTİMİ

Dil politikalarının dünyadaki gelişimine baktığımızda bunun geneldeki gelişmelere paralel olarak

 insana ve insani değerlere yaklaşıma bağlı olarak biçim değiştirdiğini görürüz. Bilgi çağının muazzam

iletişim olanakları, insanların yalnız kendilerine ve başkalarına ilişkin bilgi dağarcıklarını zenginleştirmekle

 kalmadı, kendilerine ve durumlarına ilişkin yaklaşımlarında yeni biçimler, yeni bir bilinç biçimi ortaya çıkardı

 ve bu yeni bilinç onların kişisel, kültürel, ulusal hak taleplerinde yeni bir yükselişi getirdi.

Şimdiye kadar baskı altındaki toplumsal kesimlerin hak taleplerini zor yöntemleriyle bastırmaya,

 önlemeye çalışan politikalarda da kaçınılmaz değişmeler ortaya çıktı. Bu, ulusal ve dinsel baskı

altındaki toplumlarla sorunların şiddet-dışı ve demokratik yöntemlerle çözüme kavuşturulması,

ulusal ve dinsel azınlıkların devlete ve toplumun diğer bileşenlerine karşı güven duymalarını

sağlamanın en iyi yolu. Bu azınlıkların taleplerine zorla karşı çıkmak değil saldırmak değil,

onların taleplerine saygı göstermek ve kendi kendilerini yönetebilmelerinin koşullarını hazırlamaktır biçiminde özetlenebilir.


İNGİLTERE

İngiltere’de 1971 yılında kabul edilen yasa gereği gereken bölgelerde öğretim çift dilli

(İngilizce, Galler dili veya İskoç dili) yapılır. İngilizce eğitim saati, yerel dilinkinden daha fazladır.

İki dilde yayın yapan radyo istasyonları ve TV kanalları mevcuttur. Radyo yayını 60, televizyonda 22 saatle sınırlandırılmıştır.

İTALYA

İtalya’da 25 farklı dil konuşulur bunlardan 12’si İtalyancanın lehçeleridir.

İtalya beş özel statülü bölgeye ayrılmış olup, üç özerk bölgede bazı yerel

diller mahkemelerde kullanılır. Almanca, Ladince (güney Tirol), Fransızca (Aostatal) ve Slowence (Triest) bölgesel resmi dillerdir.

İlkokullarda ana dil, isteğe bağlı ama zorunludur. Ortaokullarda bazı hallerde yerel dilde eğitim verilir.

Bunların dışında, Anayasa ve 1999 yılında çıkarılan bir kanunla korunan azınlık dilleri ise şunlardır:

Arnavutça (mezzogiorno), Franko-Provenzalca (Aostatal, Piemont), Furlanca, Yunanca, Katalanca,

Sardça (Sardinya), Zimbirce (kuzey İtalya’da dil adaları biçiminde), Okzitanca (piemont).

BELÇİKA

Belçika’da Fransızca, Flamanca ve Almanca resmi dil olarak kabul edilmiştir. 1970 Anayasasına göre Belçika dört dil bölgesine ayrılmıştır.

Parlamento ve Senatoda Fransızca konuşulur. Dış politika, savunma, maliye,

polis gibi alanlarda Fransızca esas alınır. Eğitim, adalet, içişleri gibi bakanlık dairelerinde Flamancaya ek olarak Fransızca geçerlidir.

İSVİÇRE

İsviçre’ de bölgeler dil esasına göre ayrılmıştır.

Öğrenciler bağlı oldukları kentteki sisteme bağlı olan egemen dilde öğrenim görürler.

İsviçre Anayasasının 4. Maddesi şöyledir: “Ülke dilleri Almanca,

Fransızca, İtalyanca ve Retororomancadır.” 70. Madde de şöyle der:

 “Federal resmi diller Almanca, Fransızca ve İtalyancadır. Retororomanca konuşan kişilerle ilişkilerde

 Retororomanca da federal resmi dildir.” Jence 1997 yılında belli bir bölgeye bağlı olmayan İsviçre

 dili olarak kabul edilmiştir. Jence konuşanlar, nüfusun % 0,5 ini oluştururlar ve tüm İsviçreye dağılmış

 bir biçimde yaşarlar. Ayrıca Zürih kantonunda dilsizlerin kullandığı işaret dili resmi dil olarak kabul edilmiştir.

Federal Anayasa dil bölgelerini sabit bir biçimde belirlememiştir.

70. Maddenin 2. şıkkı resmi dillerin tespitini kantonlara bırakmıştır. Bern ve Wallis, Freiburg ve Graubünden çok dilli alanlardır.

KATALAN BÖLGESİ

1978 de kabul edilen İspanyol Anayasasına göre, İspanyolca tüm ülkenin resmi dilidir.

 İspanyolcanın yanı sıra konuşulmak olan Katalanca, Galiççe ve Baskça, otonom bölgelerin resmi dilleridirler.

1998’ de çıkarılan Dil Politikaları Kanunu ile Katalanca’ nın özellikle eğitim, medya ve yönetim alanlarında

 kullanımı daha derin ve ayrıntılı biçimde düzenlemiştir. Bu yasaya göre, eğitim alanında “Katalanca her düzeyde ve her çeşit okulun eğitim dilidir.”

Çocuklar ilk eğitimlerini kendi ana dillerinde yani Kastilyan veya Katalanca’ da alma hakkına sahiptirler.

Kastilyan ve Katalanca dillerinin her ikisinin de öğrenimi ders programlarında garanti edilmiştir. Böylelikle

ana dileri ne olursa olsun, öğrenciler her iki dilde de yeterli düzeyde bilgiye sahiptirler.

Üniversite eğitimi sırasında ise, öğrenciler ve öğretim üyeleri yazılı ve sözlü iletişimde istedikleri resmi

dili kullanma hakkına sahiptirler. Üniversiteler, öğretim ve araştırma alanlarında Katalanca’nın kullanılmasının

sağlanması ve teşvik edilmesi için gerekli önlemleri almalıdırlar.

Medya alanında ise, Katalonya Özerk Hükümeti’ nin kamusal televizyon yayını genellikle Katalanca yapmaktadır.

 Bölgesel yayınlar sırasında Katalanca, İspanyol kamu televizyonun da yayın dili olarak kullanılmaktadır. Yalnızca

Kastilyan dilinde yayın yapan bazı özel kanallar da bulunmaktadır. Kamusal radyo yayınları ise yalnızca Katalanca dilindedir.

Yazılı basın alnında ise, otonom hükümet tamamı veya büyük bir kısmı Katalanca olan yazılı basın ve süreli yayınları

desteklemekte ve maddi yardımda bulunmaktadır.

1998 Dil politikaları Yasasının 9. maddesine göre yerel otoriteler kendi iç işlemlerinde ve birbirleriyle ilişkilerinde

Katalanca kullanmak zorundadırlar. Otoriteler ayrıca Katalan dil bölgesinde ikamet eden kişiler ve şirketlerle yazışma ve

 iletişimlerinde normalde Katalanca kullanırlar fakat bu Kastilyan dilini kullanmak isteyen vatandaşların bu haklarına zarar vermez.

Resmi belgeler her iki dilde yayımlanır.

İSVEÇ

İsveç’te, evinde İsveççeden başka herhangi bir dili konuşan her anne ve babanın kendi çocuklarına anadilin

 öğretilmesini isteme hakkı vardır. Belediyeler de bu hakkın gereklerini yerine getirmek zorundadır.

Bu kapsamda Devlet İstatistik Bürosunun 2002/2003 öğretim yılı istatistiklerine göre,

İsveç okullarında 138 ayrı dil konuşan öğrenci grupları var. Bu gruplardan 112 isine ayrı dilde anadili eğitimi veriliyor.

Kürtçenin anadil dersi olarak verildiği ilk Avrupa ülkesi İsveç’tir.

İsveç’te 1977 yılından beri Kürtçe anadil dersi verilmektedir. Binlerce Kürt öğrenci bu haktan yararlandı. İsveç’te

hem anadil eğitimi, hem de anadilde eğitim verilmektedir. Genel olarak en az beş kişilik bir grup oluşturmak gerekiyor.

İsveç hükümetinin, anadili eğitimi ve bu eğitimin öğrencilerin başarısındaki önemine ilişkin 18 Belediyeyi kapsayan bir

 alanda yaptırdığı araştırmanın (15 Mayıs 2002) sonuçlarına göre, anadil öğrenimine katılan öğrencilerin: İsveççe,

İngilizce ve matematik notları, katılmayanlarınkinden daha yüksektir. Ve bu öğrenciler: İsveççeyi katılmayanlardan daha iyi konuşuyorlar.

 Okulda kendilerini daha güvenlikli hissediyorlar. Soyut kavramları daha iyi kavrıyorlar.

Yeni ülke ile ilgili daha çok şey öğreniyorlar. Entegrasyona uzanan bir köprü oluşturuyorlar. Kimliksel gelişmeleri

daha belirgindir. Kendilerine güvenleri daha fazladır. Başka kültürlere karşı daha hoşgörülüdürler

 

ABGS’nin değerlendirmesinde, anadilde yayın ve eğitim konusunda birliğe üye ve aday ülkelerdeki farklı düzenlemelere dikkat çekildi.
AB, Türkiye’den anadil konusuna ilişkin sadece yasağın kaldırılmasını isterken, üye ve aday ülkelerde

uygulamanın ülkelerin kendi düzenlemelerine göre şekillendiğini belirtiyor.

FRANSA
Fransa, “ulusal azınlıkların korunması çerçevesi sözleşmesi”ne taraf olurken, “Avrupa bölgesel veya

azınlık dilleri şartı”nı 1999’da imzalamış olmasına rağmen, bunun ulusal azınlıkların tanındığı anlamına gelmediğine ilişkin çekince koydu.
Anayasaya göre, Cumhuriyetin dili Fransızca’dır. Bireysel temelde farklılık hakkını tanımaktadır.

Uygulamada Brötanca tek bir televizyon kanalı mevcuttur. Diğer bölgesel dillerde günde azami 40

dakikalık radyo yayını yapılabilmektedir. Yerel diller anaokulundan üniversiteye kadar resmi ve özel

okullarda öğretilmektedir. Bu çerçevede, Brötanca, Baskça, Katalanca ve Oksitanca ve 1951’den beri Korsikaca bilahare okullara girmiştir.

ALMANYA
Almanya, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ni onaylarken, bu çerçeveye 4 azınlık grubunun girdiğini beyan etti.
“Avrupa bölgesel veya azınlık dilleri şartı”na taraf olan Almanya, şart kapsamına giren dilleri Danimarkaca,

Yukarı Sorbca, Aşağı Sorbca, Kuzey Frizyacası, Saterland Frizyacası, Roman dili ve Aşağı Almanca olarak sıralıyor.
Ülkenin resmi dili Almanca’dır. Azınlıklar, kendi kültürlerini koruma, geliştirme ve öğretme hakkına sahiptir.

 Ancak bu hakkın uygulanması, eyaletlerin yetki alanına girmektedir. Azınlık grupları özel hayatta ve kamu içinde

 yazılı ve sözlü olarak azınlık dilini kullanma hakkına sahiptir. Gerek anadilde eğitim, gerek basın-yayın konularında

Alman mevzuatında herhangi bir kısıtlama söz konusu değildir. Danimarka azınlığının kendi okulları vardır.

İNGİLTERE
İngiltere, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ne taraf ve “Avrupa bölgesel veya azınlık dilleri şartı”nı imzalamış, ancak onaylamamıştır.
Etnik, dini ve kültürel azınlıkların haklarını düzenleyen herhangi bir kanun bulunmamaktadır. Etnik ve kültürel azınlıkların kendi

 dillerinde yayın yapma ve özel okul açma hakkı vardır.

İTALYA
İtalya, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ne taraf, “Avrupa bölgesel veya azınlık dilleri şartı”nı imzalamış, ancak onaylamamıştır.
Tarihi dil azınlıklarının korunmasına ilişkin yasaya göre, resmi dil İtalyanca’dır.

Ancak Arnavut, Katalan, Alman, Yunan, Sloven ve Hırvat toplulukları ile Fransızca, Güneydoğu ve

 Provence Fransızca’sı, Ladino, Friulice, Sardunyaca konuşan nüfusların dil ve kültürleri korunmaktadır.

 Kamu belgeleri, azınlık bölgelerinde iki dilde hazırlanmakta, ancak İtalyanca’sı geçerli sayılmaktadır.

Bölgesel radyo ve televizyon yayınları korunan dillerde yapılabilmektedir. Aynı haklar basın için de geçerlidir.

Anaokullarından itibaren ilk ve orta okullarda İtalyanca ile beraber talep olması halinde azınlık dillerinin eğitim

 aracı olarak kullanılması mümkündür. Genel kurallar, İtalyan Milli Eğitim Bakanlığı’nca tespit edilmektedir.

İSPANYA
İspanya, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ne taraf, “Avrupa bölgesel veya azınlık dilleri şartı”nı imzalamış, ancak onaylamamıştır.
Ülkede resmi dil İspanyolca’dır. Diğer İspanya dilleri de özerk topluluklarda resmi dil konumundadır.

 Anadil kullanımı ve anadilde radyo televizyon yayını bağlamında tüm standartları karşılamaktadır.

YUNANİSTAN
Yunanistan, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ni imzalamış, ancak “Avrupa bölgesel veya azınlık dilleri şartı”na taraf değildir.
Müslüman (Türk) azınlığın hakları, Lozan Andlaşması ile düzenlenmiştir. Soydaşlarımızın çocuklarına Türkçe isim vermelerine izin verilmekte,

ancak Türkçe yerleşim birimi isimlerine müsaade edilmemektedir. Yayın dilinin mutlaka Yunanca olacağına dair bir kanun hükmü yoktur.

 Ancak Yunanca dışında bir dilde yapılan yayınlarda, yayın sürecinin en az yüzde 25’i Yunanca olmak zorundadır. Bu yayınlarda

Yunanca altyazı kullanılması ve Yunanca dilinin doğru kullanımı esastır. Yunanca dışında özellikle yabancı dilde yayın yapan

Yunan televizyon kanalı bulunmamaktadır. Batı Trakya’da Türkçe yayın yapan 5 radyo istasyonu bulunmaktadır.

 Batı Trakya’da 230 ilkokul ve lisede Türkçe eğitim verilmektedir. Anlaşmalar uyarınca her türlü eğitim kurumunu

 kurma hakkına sahip olan Türk azınlığın yeni eğitim kurumları açmasına imkan tanınmamaktadır.

PORTEKİZ
Portekiz, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ni imzalamıştır, ancak “Avrupa bölgesel veya azınlık dilleri şartı”na taraf değildir.

Çingeneler dışında etnik ya da kültürel azınlık bulunmamaktadır. Çingenelerin kültürel haklarına saygı gösterilmekle birlikte, azınlık hakları yoktur.

İSVEÇ
İsveç, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ni imzalamıştır, ancak “Avrupa bölgesel veya azınlık dilleri şartı”na taraf değildir.
Finliler, Samiler, Museviler ve Romanlar azınlık kabul edilmekte ve bu azınlıkların dilleri ile Tornedal’da konuşulan yerel dile azınlık dili statüsü tanınmaktadır.

Samiler kendi bölgelerinde kültürel haklara ve eğitim hakkına sahiptir.

DANİMARKA
Danimarka, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ne taraftır ve “Avrupa bölgesel veya azınlık dilleri şartı”nı imzalamıştır.
Alman azınlık, dil, eğitim, dini ve kültürel haklardan yararlanmaktadır. Alman azınlığın eğitimi için genel bütçeden pay ayrılmaktadır.

AVUSTURYA
Avusturya, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ne taraftır ve “Avrupa bölgesel veya azınlık dilleri şartı”nı imzalamıştır.
Cumhuriyetin devlet dili azınlık dillerine ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla Almanca’dır. Sloven, Hırvat, Macar, Çek,

Slovak ve Romanları azınlık olarak tanımıştır. Azınlıkların anadilleri, Almanca ile beraber resmi dil olarak kabul edilmektedir.

Azınlıkların yoğun olarak ikamet ettikleri eyaletlerde, devlet okulları azınlıkların anadillerinde ders vermektedir.

HOLLANDA
Hollanda, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ni imzalamış ve “Avrupa bölgesel veya azınlık dilleri şartı”nı onaylamıştır.
Hollanda mevzuatında etnik, dini ve kültürel haklara ilişkin herhangi bir sınırlama mevcut değildir.

1997’de yürürlüğe giren yaşayan yabancı dillerin öğretimi kanunu ile anadilde eğitim, müfredat programı dışına çıkarılarak,

seçime dayalı bir kültür hakkına dönüştürülmüştür.

SLOVAKYA
Slovakya, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ni onaylamıştır.

 Anayasada ulusal azınlıklar ve etnik gruplar terimi kullanılmakta, bunların aynı kökenden vatandaşlarla birlikte kültürel miraslarını geliştirme,

 anadillerinde haber alma, yayma, kültür ve eğitim kurumları oluşturma hakları güvence altındadır.
BULGARİSTAN


Bulgaristan, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ni onaylamıştır. Anayasaya göre,

anadilleri Bulgarca olmayan Bulgar vatandaşlarının kendi dillerini kullanma ve öğrenme hakları vardır.

Sadece resmi dil Bulgarca’nın geçerli olduğu haller, kanunla belirlenmektedir.

ROMANYA
Romanya, “Ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi”ni onaylamıştır.

 Anayasada anadil öğrenme hakkı tanınmıştır.



EĞİTİMDE DİLİN ÖNEMİ

Çağdaş, demokratik ve insan hakları normlarına uygun bir eğitimde dil öğrenimi çok önemlidir. İnsanı diğer

canlılardan ayıran en önemli özellik olan dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan toplumsal bir sistemdir. İnsanı

insan yapan özellik olması münasebetiyle, insana ait duygu, düşünce, istek, sevinç, üzüntü gibi ayrıntıları dışa

 yansıtan olgudur. Bu istek, duygu ve düşüncelerin dışarıya vurumu ve kendini ifade etme önündeki her engel,

 insanın gelişmesin önüne çıkarılmış bir engeldir. Bu nedenledir ki gelişmesi engellenmiş, yaratıcılığı ve özgürlüğü

sınırlanmış insanların oluşturduğu roplumlar da gelişmemiş oluyor.


İnsanın çok yönlü gelişmesi ve zenginleşmesi kullandığı dile ve dillere hakim olması ile doğru orantılıdır.

Dil bilimcilerinin üzerinde hem fikir oldukları başka bir olguda dil öğreniminde ana dilin rolünün çok büyük olmasıdır.

Ana dilini, başka bir deyişle insanın doğduktan sonra öğrendiği kendi toplumun dilini iyi öğrenen insanlar,

diğer yabancı dilleri daha kolaylıkla öğrenebilirler. ‘Ana dilde eğitim’ yalnız diğer dillerin öğrenilmesin de

değil aynı zamanda mesleki ve genel bilgilenmenin de daha kolayca sağlanmasında çok önemli bir araçtır.

Bu araçla okuma yazma oranı en üst düzeye çıkarılıp bilgili ve bilinçli insanların daha kolaylıkla yetişmesiyle

toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel zenginleşmesi sağlanacaktır. Böylelikle kalıcı barış ve demokratik bir toplum oluşturulacaktır.

Böyle bir toplumda insanlar şiddet ve kaba kuvvetle değil bilgi be becerileri ile birbirleri ile rekabet edeceklerdir.

 Ana dil hakkının uygulamasında önemli bir noktada verilen derslerin içeriği ve didaktik ve Pedagojik uygulamalardır.

Batılı devletlerde yapılan önemli değişikliklerden bazıları da bu alanda yapılan değişikliklerdir.

Dil dersleri toplumlar arasında barışı karşılıklı saygıyı geliştirecek şekilde bir içeriği benimsemeli ve uygulamalıdır.

Irkçılığı ve şoven milliyetçiliği propaganda eden içerikten kurtarılmalıdır. Uygulamada da yan yana yaşayan

dillerin yan yana ve beraberce verilmesi en çağdaş olan uygulama olarak değerlendirmektedir.

Örneğin Almanya’da ve diğer bazı ülkelerde iki dil aynı öğretmen veya iki öğretmen tarafından aynı anda aynı

 sınıfta öğretilmektedir. Bu uygulama yeni okula bağlayan çocuklardan hatta okul öncesi çocuklardan başlanarak uygulanmaktadır.

ANF NEWS AGENCY

 

 

 

kAYNAKLAR.

 

“Ferit BARUT Hümanite 10.Sayı”(1)
“Baskın ORAN Azınlık hakları”(2)
“Petar Dimitrov KOVACHEV” KAF FED .Konferansı bildirisi.(3)
“Prof. Sumru ÖZSOY –KAF FED Dil konferansı

  Eraydın Virtanen, Özlem, Dil Hakları ve Dil Politikaları

  Özerman, Elif, Kültürel Haklar ve Dünyadaki Uygulamaları

 Dr. Milay Köktürk, Birey Toplum ve Siyaset

“Dil Ölümü (Language Death)” – David Crystal
“Doğanın Diyalektiği” – Friedrich Engels
yeni dünya düzeni kemalizm ve türkiye, metin aydoğan
Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim