Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

HES deyip geçmeyin!

Tamamen modern çağımızın ürünü olan Hidro Elektrik Santrali-HES’ler bugün halklar üzerinde bir tehdit unsuru ve doğa üzerinde kurulan tekel aracı olarak gündeme gelmektedir. HES’lerin kurulma amacı nedir, dayandığı sebepler ve yarattığı sonuçları itibariyle boyutları nelerdir? HES’lerin yapımı inşaat alanları gibi konulara neden yerel yönetimler değil de merkezi hükümetler karar verir? Bu yazımızda daha çok bu sorunlara cevap arayacağız.
HES’leri daha çok baraj diye biliriz. Baraj dendiğinde aklımıza hemen bir gölet, bu göletin etrafında piknik yapmak için ayrılmış alanlar gelir. Göze hoş gibi görünen bu modern tesisin yapılmasına meşru gerekçe olarak elektrik üretimi gösterilmektedir. Yani hidroelektrik santrali denilen şey, suyun hareket enerjisinin elektrik enerjisine dönüştürülmesi prensibine dayanır. HES’lerin kurulma amacına bir de 21. yüzyılda öngörülen su savaşları tezleri de eklenebilir. Yani günümüzde temiz su kaynakları nedeniyle devletlerin savaşlara varan rekabetlere girişeceği öngörülmekte. Barajlar bir devletin iktidarını sürdürme araçlarından biri konumuna getirilmiştir.
Bu yüzden bir barajı sadece bir piknik alanı ve elektrik üreticisi olarak görmek, dayandığı nedenler ve yarattığı sonuçları anlamamızı engellememeli. Onu sadece bir su birikintisi zannetmek masumane değildir. Böyle durumlar için, Lenin’in “cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşelidir” sözünü hatırlatmak yeterli olacaktır. HES’ler genel olarak doğal güzellikleri ortadan kaldırmasıyla bilinir. Bunun ötesinde yarattığı sonuçlar ve dayandığı nedenler pek tartışılmaz.
Suyun yaşamsal önemi
İnsanlığın en eski yerleşim yerleri, dere, nehir ve göl kenarlarındadır. Su, insanlar için yaşamsal önemdedir. Verimli alanları itibariyle neolitiğin en değişmez unsurlarındandır. Bu önemini, neolitikten beri korumaktadır. Tarihte ilk devletli uygarlıklar, Dicle-Fırat’ın yarattığı verimli topraklar üzerinde tekel oluşturma suretiyle kurulmuştur. Mısır uygarlığı, Nil etrafında kurulmuştur. Suriye’de Mani uygarlığı Fırat üzerinde gelişmiştir. Artı değer oluşturmak için tüm bu devletli uygarlıklar su ve toprak üzerinde iğrenç bir iştahla sömürü tekelleri kurmuşlardır. Garnizon kentlerini kanser gibi büyüyen ticari kapital kentleri besleme ve tarım-ticari tekelleri zenginleştirme uğruna su kaynakları kurutulmuş, toprak çöle dönüştürülmüştür.
Tekel kurmaya odaklı tüm uygarlıklar bunu iktidarlarının devamı ve tekellerini arttırma amacıyla kullandıkları için sonuç insanlık için yıkım olmuştur. Toprakta tuz oranı artmış, çölleşme, doğal kaynakların vahşice tüketiminin de büyük sebep olduğu ekonomik buhranlar yaşanmış ve kendi sonlarını hazırlamışlardır. Bu örneklerin hepsi doğadaki yaşamsal faktörler üzerinde iktidar ve tekel amaçlı oynandığında nasıl yıkımlar yarattığını bize göstermektedir. Tarih yok olan uygarlık örnekleriyle doludur.
HES’lerin boyutları
Doğal kaynaklar üzerinde çağımıza özgü sömürü biçimlerinden biri olarak türeyen HES’ler bugün yine aynı iktidar ve tekel hesaplarıyla inşa edilmektedirler. Ulaştığı boyutlar eskiyle kıyaslanmayacak derecede korkunç ve geri dönüşümsüzdür. Sadece yapay bir güzellik yaratıp doğal güzellikler ortadan kalkmıyor. Elbette doğal güzellikler de önemlidir ama işin insan, toplum, tarih ve doğal yaşamlardan kaynaklanan boyutları daha da önem kazanıyor. Burada bir varlığın varoluşuna, yaşam hakkına ve tarihine saygıyı içeren derin ve tarihsel bir etik söz konusudur.
Bir ekosistem kendi içinde doğal bir akış ve ilişkiler ağı içindedir. Her coğrafya kendi içinde birçok ekosistemi barındırır. HES’ler kuruldukları her coğrafyanın evvela tüm ekosistemlerini ortadan kaldırır, tüm bitki ve hayvan yaşamlarının köküne kibrit suyu döker. Bir ekosistemin birden bire ortadan kalması doğada ağır tahribatlar yaratır. Çünkü tüm canlı yaşamları ve ilişikleri birdenbire sular altında kalır. Bundan en çok etkilenen de insan toplumudur. İnsan yerleşimleri daha çok dere, nehir yataklarındadır. Bu yüzden barajların en çok tarım, köy toplumunu ortadan kaldırır.
Baraj alanlarında, yollarında ne kadar yerleşim yeri varsa hepsi zorla satın alınır. Köy yaşamı bitirilirken ahali kanserli hücreler gibi büyüyen kentlere ucuz işgücü olarak ve toprakla olan bağları kesilerek göç etmek zorunda kalırlar. Barajlar yüzünden kentlere akın eden insanlar bundan böyle kentlerde yaşam savaşı vermeye başlayacaklar. Alın size zaten yönetilemez durumda olan kentlere katmerli bir sorun yumağı daha! Hayvancılık ve tarım ortadan kalktığı için vahşi kapitalizme olan bağımlılık da artar. Çünkü tarım-hayvancılıkla yaşayan insanlar bulundukları bölgenin de bu yönlü ihtiyacını karşılıyorlar.
Kim karar vermeli?
Bütün bu hengamenin sadece elektrik üretimi için yapılmadığını belirtmiştik. İşin içinde komşu ülke halkları üzerinde şantaj oluşturma ve su kaynaklarını kurutma gibi halka dışı politikalar da görülmektedir. Bir toplumun ortak tarihsel hafızasını yok etme ve kutsal sayılan yaşam yerlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik jenositten türevli birçok iğrenç şeyi de bunlara ekleyebiliriz. Bugün ülkemizde yapılan barajlarda iktidar ve tekel zihniyetiyle inşa edilmektedir. Dolayısıyla yapılmak istenen tüm barajlar aynı amaca odaklıdır.

Hasankeyf, Munzur, Silvan, İkizdere gibi bölgeler bahsi geçen tüm tehlikeleri gelecekte yaşamak durumunda kalabilir. Sadece Silvan barajı bile yüzlerce köyün sular altında kalmasına sebep olacaktır. Yani Kulp, Lice, Silvan bölgeleri tüm bu yıkımları yaşama tehlikesiyle yüz yüze. Elektrik üretimi bunun kamufle edilmesi için öne çıkarılıyor. Eğer amaç gerçekten elektrik üretimi ise bunun çok daha ucuz, barışçıl, toplumsal yöntemlerini geliştirmek mümkündür. Yoksa iktidarlar tarihte örneğine bolca rastladığımız gibi sadece kendi kuyusunu kazar. İdris Nakçi - Sincan 2 nolu F Tipi Cezaevi