Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Çocuklar Ölebilir Yarın/Işik Kutlu

Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler, /günlerimiz tohumlardır /avuçlarında çocuklarin, /çocuklarin avuçlarında yeşerecekler” diye yazmış Nazım. Çocugu; “bebeklik çagi ile ergenlik çagi arasındaki gelişme döneminde bulunan insan” diye tanımlıyor TDK sözlüğü. Aylardan Nisan. Bu ülkede dünyada ilk kez çocuklara bayram armağan etmekle övünür egemenler. Bu ülkede çocuklar; “Bugün 23 Nisan/ neşe doluyor insan” dizelerini ezberleyerek büyür. Ama günlerimiz çocuklarin avuçlarında yeşeremez. Yeşerse de yeşil kalamaz, bırakmazlar. Günler ağırdır, günler ölüm haberleriyle gelir…
Aylardan Nisan. Ama neşe dolmuyor insan. Ve günler ölüm haberleriyle geliyor. Ne söylense az, tüm kelimeler yetersiz. Öldürülüyor çocuklarimiz. Ve yüreklerin kulakları sağır kalıyor. Diyarbakır'da öldürülen 8 yaşindaki Salih Erkek, 9 yaşindaki Abdullah Duran, Batman'da öldürülen 3 yaşindaki Fatih Tekin ve 7 yaşindaki Enes’in hikayesini holding gazeteleri yazmıyor. Televizyonlara da konu olmuyorlar. Kimse sormuyor kendine; "Çocuklar neden kurşunlanarak öldürüldü" diye. Tinerci çocuk, kapkaççı çocuk öykülerini “az sonra” çigirtkanligiyla ilan edenler zaten suskun.



“Çocuklar ölebilir yarın,/ hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,/ düşerek de değil kuyulara filân;/ çocuklar ölebilir yarın,/ çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,/ çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında” demişti Nazım, bir nükleer savaş korkusuyla. Panzerlerin gölgesinde öldü bu toprakların çocuklari. Ve tıpkı onun dediği gibi; “Yaşanmamış günlerimiz /çocuklarin avuçlarıyla birlikte yok olan. Yok edilen çocukluga, yok edilen çocuklar da eklendi. Onların görüntülerine gözlerinizi, ruhunuzu kaçırmadan bakabilir misiniz eğer insan diyorsanız kendinize? Kelimelerin çoktan bizi terk ettiğini düşünmez misiniz? İnsanlık, haraç mezat bu topraklarda. Oysa, ortak dünyamız, çocuklardan başladı yok olmaya.

Aylardan Nisan. Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, demişti Edip Cansever. Ama çok uzun zamandır o gökyüzü kapkara, Dersimli, Cizreli, Bingöllü, Kızıltepeli, Hanili çocuklar için. Gökyüzü kimi zaman kurşun olup yağıyor üstlerine, kimi zaman yangın kokusu sarıyor başlarını. Ne masal, ne ninni, bir karabasan hayat onlar için şimdi. Onların hayallerini kurşun sesleri böldü Şimdi babalar toprağa düşmüştür, anneler bir öfkeli zılgıt olup haykırmaktadır Kürt diyarında. Yaşanmamış günlerimiz, ortak geleceğimiz çocuklarin avuçlarıyla birlikte yok olmaktadır. Çocuklar ölebilir yarın, demişti Nazım şiirinde. Yarın şimdi bugündür, çocuklar ölmektedir. Ve çocuklara bayram sevinçleri önerilmektedir.

Aylardan Nisan. Bir hafta sonra 23 Nisan. Çocuk Bayramı kutlanacak emir komuta zinciri içinde. Başka ülkelerin çocuklari Türkiye’ye gelip kendi dillerinden şarkılar söyleyecek, dans edecekler. Ama bu iki yüzlü kutlamalara, kendi dili yasaklı ve susturulmuş Kızıltepeli 5/ C sınıfı ögrencisi Uğur’un ve nicelerinin gölgesi düşecek. Daha 17’sinde yaşi büyütülerek idam edilen Erdal Eren olacak bir tarafta. Evleri yakılmış, köyleri basılmış, çocuklugu çalinmislar duracak saf saf.

Filistin’de, Refah Mülteci kampında, Beslan’da öldürülen çocuklar için ağıt yakmayı bilenlerin Kızıltepeli, Bingöllü, Diyarbakırlı çocuklarin soğumuş bedenleri karşisındaki suskunluğu ile kirlenmiş günlerdeyiz. “Katil ABD, Katil İsrail” diyebilenler; Uğur için, Enes için ve diğerleri için kıllarını kıpırdatmadılar. Oysa Uğur’un ayağında terlikleri, ellerinde babasının kamyonuna taşidığı battaniye vardı. Dört kurşun yedi ellerine, sonra göğsüne dört kurşun, dört de sırtına, toplam 13 kurşun delip geçti Uğur’u…

Çocuk bayramıymış! Bu toplum, çocuklarina reva görülen işkence ve zulümlere göz yummakta. Suskunlukla suç ortaklığıyla kirleniyor. Önümde çocuklara uygulanan şiddetle ilgili bir dosya durmakta. Bakıyorum “İşkence Görsün de Büyüsün Ninni” diyor haber. 1990’da 7 çocuk, 1991’de 15 çocuk, 1992’de 11 çocuk, 1993’te 29 çocuk, 1994’te 24 çocuk, 1995’te 12 çocuk işkence görmüş kayıtlara göre. 1996 yılında 93 çocuk işkence gördü, diyor İHD açıklamasında.

Yıllar, sadece işkence sayısını değiştiriyor işkenceyi değil. Henüz 2,5 yaşindayken örgüt üyeligi suçlamasıyla gözaltına alınan, annesiyle birlikte işkence gören A.T’nin öyküsü var gazete kupürlerinde. Sigara söndürmüşler ellerinde. Sigara içen birini görünce ağlamaya başlıyormuş çocuk. Doktor raporuyla belgeli yaşadıkları. Hanili iki çocugun, ögretmenlerine laf attıkları gerekçesiyle gözaltına alınıp yüzlerine dışkı sürülmesi olayı, Haziran 2003’te yaşanmış.

21 Ocak 1997 tarihli bir haberde; Diyarbakır’da son bir ay içinde 2 çocugun çöplükte ekmek toplarken askerlerce vurulduğunu yazıyor gazete. Bölgede 1996 yılında çöplük ve çesitli yerlerde buldukları bombaların patlaması sonucu, mayına basma, silahlı ve satırlı saldırılarda toplam 9 çocugun öldügü 35 çocugun yaralandığı açıklanıyor. 17 çocuk göz altına alınıyor 6 çocuk tutuklanıyor. Yıllar geçtikçe işkenceler çesitleniyor. Ve işkence batıya doğru yayılıyor. Manisalı çocuklari vuruyor. “O daha çok küçük” diye çocugunun ardından feryat eden annenin sesi havada asılı. Sesler hiçbir zaman yitmiyor.

17 Eylül 2003 yılında Konya’da 10 yaşindaki B.K ve 11 yaşindaki İ.A’ ya polislerin işkence yaptıkları mahkemece sabit bulunuyor. Olay ancak 1 yıl sonra haber olmuş gazetelerde. Hırsızlıkla suçlanan İ.A avukatına yazdığı mektupta dayak yediğini, korkudan yalan söylediğini, polislerin bir inşaata götürdüğünü, kendini orada aşağı atmayı düşündüğünü yazıyor. “Küfür ettiler, aşağı kata indik bir tane polis tahta getirdi 9-10 kere elime ve bacaklarıma vurdular. Parmaklarıma bastılar. Komiser üstüme çikip 7-8 kere tokat vurdu. Beni kattan kata attılar. Pipimi sıktılar” diye anlatıyor başina gelenleri. Kimse cezasız kalmasın yazıyor, imza yerine… Bu sistemde çocuklara yapılan işkence çesitleri üzerine yazmak sayfalar doldurmak demek.

2001 yılına ait bir haber var Radikal gazetesinde. O vakit 14 yaşinda bir kız çocugunun öyküsü bu. Adı Döndü. Maraş’tan göçmüşler İstanbul’a, 5 kız kardeşi ve ana-babasıyla birlikte. Henüz 7 yaşindaymış Döndü. Yenibosna’ya yerleşmişler. Büyümeye durduğunda konfeksiyon atölyesinde çalismaya başlamış. Annesinin beğenmediği bir tencereyi pazara değiştirmeye giderken polisler “dur” ihtarına uymadı diye yakalamışlar. Üstünde kimliği olmayan kızı kelepçeleyip karakola götürmüşler. Ailesine haber verilmemiş. Ailesi kayıp başvurusu yapmak için geldikleri 75. Yıl Karakolunda bulmuş onu.
Korkudan çildirmak üzereymis. Kelepçelere sürte sürte bileğini kesmiş. Kanlar içinde ve çiglik çigliga ağlıyormuş. Kelepçeler ailenin ısrarıyla çikarilmis. Ancak varoş çocugu ya Döndü. Bırakmak bilmemişler. Sabıka kaydı, kimliğin evden getirilmesi derken çocugun dengesi de bozulmuş. Karakolun camından kendini atmaya kalkmış, parmaklıklara çarpmis. Sonra ablasından bir bardak su istemiş, bardağı kırıp cam parçalarıyla bileğini kesmiş. Gece saat 1’de serbest bırakıldığında çocuklugunu orada bırakmış Döndü. Küsmüş dünyaya, evde saçlarını taramasını istemiş ablasından. Sonra onun bir anlık dalgınlığından yararlanarak atmış kendini üçüncü kattan aşağıya. O vakit yoğun bakımda olduğunu yazıyordu gazetede. Döndü kurtuldu mu, yaşiyor mu bilinmez. Ancak onun ellerine vurulan kelepçeler, bu sistemin çocuklara layık gördüğü davranışın bir simgesidir

Aylardan Nisan, egemenler barıştan dostluktan ve çocuklardan söz edecekler yine. Çocuklara “armağan” edilen bayram geliyor. Bir hafta sonra televizyona çikacak çocuklar, büyük taklidi yaparak başbakan, bakan olacaklar, tartışmalara katılıp gece yarılarına kadar konuşturulacaklar. Kimse onlara çocuklarin istekleri, hayalleri, talepleri üstüne soru sormayacak sadece rollerini oynayacaklar. Ve çocukluk üzerine edebiyat yapılacak. Gerçeklerin üstü rengarenk görüntülerle örtülecek. Oysa, Türkiye sınırları içinde her 100 çocuktan 21’i okuma yazma bilmiyor. Kimsesiz çocuk sayısı 700 bin. Bunların sadece 21 bini yurtlarda kalıyor. Devlet İstatistik Enstitüsü rakamlarına göre 6-14 yaş arasındaki 11 milyon 889 çocugun 3 milyon 848 bini çalisiyor. Ancak Türkiye’de 6 milyon çocugun çalistigi tahmin ediliyor. Resmi rakamlar 20 bin sokak çocugundan söz ediyor. 10 milyon çocuk yoksul, 3 milyon çocuk yoksulluk sınırının altında yaşiyor. Her gün sokağa terk edilen çocuk sayısı ise 40.

Geçen 23 Nisan’da, Diyarbakır Barosu adına bir basın açıklaması yapan Avukat Deniz Doğan; sadece Amed’de 25 bini aşkın sokak çocugu olduğunu söylüyor. “Bu çocuklarin neredeyse tamamına yakını, bölgede uzun süre devam eden çatisma nedeni ile zorla yerlerinden edilen ailelerin çocuklaridir” diyor. İstanbul’da 625 bin çocugun “sokak çocugu olma riski” altında olduğu resmi makamlarca açıklandı. Mecliste, Çocuklari Sokağa Düşüren nedenlerle ilgili bir araştırma raporunun başinda yer alan şiir şöyle diyor; “Çocukluğumu çaldiniz, yalan söylediniz, sahte güldünüz,/ Vicdanlarınızın adaleti yerine cüzdanlarınızı karıştırdınız/ Davacıyım, çünkü beni bu hale siz getirdiniz/ ben mecburen sokak çocuguyum abi”. Neo-liberal uygulamalar en çok çocuklari vuruyor, zorunlu göçle birlikte bu olgu coğrafyamızdaki çocuklari mecburen sokak çocugu yapıyor. İstanbul sokaklarında yaşayan kız çocuklarinin yüzde 66,7’si tecavüze uğradığını söylüyor. Bunların yüzde 44’ü Kürt illerinden gelen göç çocuklari…
Nazım; “Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne/ allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar/ oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında/ dünyayı çocuklara verelim/ kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi/ hiç değilse bir günlüğüne doysunlar/dünyayı çocuklara verelim/ bir günlüğüne de olsa dünya ögrensin arkadaşlığı/ çocuklar dünyayı alacak elimizden/ ölümsüz ağaçlar dikecekler” diye yazıyor. Yasaklayıp çikariyorlar ders kitaplarından. Ve sahte dünyalar sunuyorlar onlara. Polis kızı Ezgi’nin eline bir M 16 verip, resmi geçide katıyorlar Polis Haftası nedeniyle sonra. Ve bu yıl Polis Haftası nedeniyle düzenlenen etkinliklerde çocuklari silahla tanıştırıyorlar. Çocuklarin militarizasyonu için düzenleniyor sanki hafta. Henüz bebek yaşta çocuklarin eline gerçek otomatik silah verip kar maskesi takıyorlar. Hem de daha, hedef gözetilerek atılan kurşunlarla ölen dili yasaklı kendi sakıncalı çocuklarin kanları bile kurumadan. Kocaman bir elma gibi sıcacık bir somun ekmek gibi verebilmek gerek dünyayı çocuklara. Ama bırakmıyorlar. Kirlilik daha büyümeden bulaştırılıyor onlara.

Ve bir yandan eğitimle, resmi ideolojiyle öte yandan emperyalist kapitalizmin şiddet kültürüyle beslenen “edinilmiş rol ve davranış kalıplarını” benimsemeye başlıyorlar. Balıkesir’in Bandırma ilçesinde 2004 Haziran’ın da yaşanıyor olay. Bandırma ilçesinde ilkokul 5. sınıf ögrencisi H.C, ilkokul 6. ve 7. sınıf ögrencisi birkaç erkeğin bir kız ögrenciye tacizde bulunduğunu görüyor. Ögretmene haber veriyor.
Ve idare tacizci ögrencileri uyarıyor. Sonrasında 11 ve 12 yaşindaki 10 tacizci erkek çocuk H.C’yi zorla bir ıssız arsaya götürüyorlar. Çirilçiplak soyuyorlar. 11 -12 yaşlarında 10 erkek çocuk kızın üzerine çullaniyorlar. Onlarla giden ama olaya katılmayan bir çocuk durumu okul idaresine bildiriyor.

Bunun üzerine sıra olayı bildiren erkek ögrenciye geliyor. Yumruk tekme ve çivili sopayla saldırıyorlar çocuga 10 saldırgan.
Üzerinde sigara söndürüyorlar. Çocuk bayılınca öldü sanıp, oracıkta bırakıp gidiyorlar. Ve belki de tıpkı filmlerde gördükleri gibi üstüne işiyorlar “hain” ilan ettikleri çocugun. Vahşet ve savaşin kiri, çocuklari da kirletiyor. Linç ayinleri, ırkçı saldırganlık, işkencenin suçlu sayılana uygulanmasını meşrulaştıran mantık, televizyonlardaki milliyetçi- mafya kahramanlıkları, ekrandan hayata içselleştiriliyor. Sonra da çocugun çocuga uyguladığı vahşet, üçüncü sayfa haberi oluyor gazetelerde.

Aylardan Nisan, dışarıda bahar. Karşi okuldan bayram hazırlığı yapan çocuklarin sesleri duyulmakta. Masumiyeti tehdit ediyor savaşin kiri. Çocuk sesleri kirli dünyaya kirlenerek karışıyor. Bir yanda, kirletilmiş, bir yanda, çocuklugu ellerinden alınmış çocuklar var önümüzde, hepimiz kanıyoruz hep birlikte. Bu gerçek bile, kardeş, özgür, eşit bir dünya kurmanın yaşamsallığını bize yeniden hatırlatıyor. Yoksa hepimizin barbarlığa ve vahşete esir düşeceğimiz bir kez daha ortaya çikiy