Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

BABAM GİDERKEN-Hıdır Güneri

 Göz ucuyla bana bir bakış attı ve hayatının yaşayamadığı kısmını oğlum Berhan'a verdiğini söyleyerek, el salladı ve yıldızlar ülkesinde en parlak yıldız olmaya, yanıp sönmeye ve sürekli el sallamaya gidiyordu, gitti. 26 Ağustos saat 13.02 ve yüreğimin en ince teli koptu, içim acıdı, dışarı çıktım, Ağustos sıcağında üşüdüm, gözlerimden önce bir damla yaş, sonra diğerleri. Acılarından kurtulmanın verdiği hoşluk ve yüzündeki mutluluk kaldı hafızamda. Babam yoktu ve ben artık bir yetimdim, kanadı kırıktım, yalnızdım. Hiç fark etmiyor, yaşınız kaç olursa olsun, hiç de kolay olmuyor. Babalarını kaybedenleri düşündüm ve bunun her gün ne kadar da çok tekrarlandığını. Ne kadar çok insanın yetim kaldığını ve babalarını ne kadar çok özlediğini. Ne kadar çok insanın bu acıları yaşadığını.

 

Babam gitti hiçbir şey söylemeden, el salladı sadece. Zaten söze de gerek yoktu, yüzümdeki hayal kırıklığı ile ona baktım  ve ona verdiğim sözü tutamamanın ezikliğiyle, onu iyileştirememenin mahcupluğuyla hemen yüzümü çevirdim, dışarı çıktım ve yine ağladım. Yoktu o artık ve bir daha da olmayacaktı. Nerede arayacaktım, ona ne diyecektim, özlemini nasıl giderecektim bilmiyordum ve bizleri yalnız bıraktığı içinde ona kızdım. Yalnızlığın ortasında yapayalnızdım, düşünemiyordum ve birden sustum. Bu aslında büyük bir haykırıştı içimde kopan fırtınadan arta kalan.

 

En çok da oğlum Berhan’ın mezar başında hıçkıra hıçkıra ağlarken söylediği ’’biliyorum herkes ölecek, ama dedem keşke hastalıktan değil de eceliyle ölseydi’’ sözleri beynimde yankılanıyordu. Söylenecek sözlerin bittiği, aklın ve mantığın durduğu anlardı o zamanlar. Kime ağlama diyebilirsiniz ki, ya da neden ağlamasın ki. Nereye akıtabilirsiniz içindeki acıları, kimler avutabilir sizi, kendinize ne anlatabilirsiniz ki. Daha kimsenin cevabını bilmediği birçok soru.

 

Gurbette başlayan bir yaşam, yine gurbette sona eriyordu. Yetim bir hayat sürdü, yüzünde bütün acıların izleri, yalnız kalmanın ve kimsesiz olmanın hüznünü taşıyordu. Gurbette başlayan bir hayatın yine gurbette son bulmasını istemiyordu bekli de. Belki de bunun için son dönemlerde sürekli beni köye götürün diyordu. Ama bu hastalığın bakımı oralarda zordu ve yapılamazdı. Bu isteğini yerine getirmediğimiz için de bize çok kızıyordu en fazla da bana. Ama mümkün olmayan bu isteğin karşılanması karşısında ki çaresizliğim ve ona verecek cevap bulmamdaki zorluğum içimi sürekli kemiriyordu. Öte yandan da mantıklı düşünmek zorundaydım.

 

Nazım’ın dizelerinde ki ‘’Anadolu da bir köy mezarlığına gömün beni,  Ve de uyarına gelirse, Tepemde birde çınar olursa, Hani taş maş da istemez’’ gibi tarlamızın kenarında ki badem ağacının yanına gömülmeyi istedi. Orada her ilkbahar çiçek olmayı, rüzgarla dünyanın her tarafına uçmayı, kuşun, böceğin kanadında dolaşmayı istedi bekli de. Nede çok severdi, gezmeyi, görmeyi, dolaşmayı, okumayı.

 

Dostlarım, arkadaşlarım bu yazımda duygularımı paylaşmak istedim sadece. Babama ilişkin asıl yazacaklarımı bir sonraki yazımda ele alacağım. Duyguları aktarmak zordur, hele hele onları yazıya dökmek ise daha da zordur. Bazen kelimelerin gücü yetmiyor bunları anlatmaya. Haykırmaya, bağırmaya, hıçkırmaya sözcük bulmak zorlaşıyor.

 

Dim dik bir yaşamdı, eğilmedi, bükülmedi, aman dilemedi, sonuna kadar yalnız bir ağaçtı ve ağaçlar gibi ayakta öldü. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum ve onu çok özlüyorum.

 

Hıdır Güneri

 

Bizleri yalnız bırakmayan bütün komşularıma, köylülerime ve çevre köylülerime, telefonla arayan, mesaj gönderen bütün herkese sonsuz teşekkürlerimi sunarım.