Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Yaşadığı toprakları özlüyor

Dersim katliamının tanıklarından Zere Nine, Avrupa’da çocuklarının yanında rahat bir yaşamı olsa, da O, yaşadığı, büyüdüğü ve acı çektiği topraklarda olmayı tercih ediyor. 1937-38 Dersim Katliamı’nı yaşamış canlı tanıklarından biri de Zere Gayer’dir. Kendisi o dönemde 12, 14 yaşında olduğunu söylüyor.
Gazetemize konuşan Zere Nine, Dersim’de her ne kadar acı yaşasa da aklı yine de orada. Dersim’in Kurmeş Köyü’nde yalnız kaldığından dolayı oğlu Mustafa tarafından 2001’de Almanya’ya getirildi. Şimdi daha çok Almanya ve Fransa’nın Strasbourg kentinde kalıyor. Avrupa’da çocuklarının yanında olsa da O, yaşadığı, büyüdüğü ve acı çektiği topraklarda olmayı tercih ediyor.
Dersim-Segedik doğumlu, Ferhadan (Lacinan) aşiretinden Yusuf’un kızı olarak kendisini tanıtan Zere Nine, katliam döneminde 12-14 yaşında olduğunu belirtiyor. Katliamdan sonra ise içinde bulunduğu yoksulluktan dolayı kendisinden 45 yaş daha büyük Mahmut’a veriliyor. Eşi Mahmut ile onun ölümü olan 1986’ya kadar birlikte yaşadı.
Zere Nine o dönemde başından geçenleri biraz anlatabilir misin?
Biz katliam sırasında 4 kardeştik. Ölen kardeşimle beraber, ben, Teber, Elif ve annem Qalacik’ta bir ormana saklanmıştık. Annem, askerlerin geldiğini görünce biz üç kız kardeşi aldı kollarına. Teber’i, Seyithan ağa aldı götürdü. Çünkü önce erkek çocukları öldürüyorlardı. Askerlerin geldiğini gören annem Sultan, „onlara teslim olmaktansa ölürüm“ daha iyi diyerek kendisini uçurumdan attı. İlk olarak koynundaki küçük bebeği aşağı attı. Sonra kendisi atladı. Annem o zaman kardeşim Hasan’a hamileymiş. O haliyle aşağıya atladı. Kucağındaki küçük kız kardeşim öldü. Hasan kardeşim ise sağ olarak doğdu. Çalılar arasına düşen annemin kollarında ve vücudunun diğer yerlerinde kan geliyordu, ancak yaralı olarak kurtuldu. İki yıl deli oldu. Bunalıma giriyordu, onu bağlıyorduk. Kardeşim Teber’i o şekilde emziriyordu. 46 yılda kör kaldı. 74 yıllarında O’nu oğlum Mustafa getirdi kendisine baktı. 1984’te vefat etti. Kardeşim Hasan ise Elazığ’da yaşıyor.
O sıralarda askerler geldi, bizi gördüler ancak öldüğümüz zannettikleri için gittiler. Nasıl olduysa Amcam Qaco geldi ve bizi kurtardı. Bizi Kaniya Qatun’a(Ziyareta Sur) götürdü. Orada bir asker yemek hazırlıyordu. Beni görünce ‘sen Kürtçe biliyor musun. Niye kanlar içindesin’ diye sordu. O asker Kürt’tü. Ziyaretin başında oturduk. Bize ‘Sizi ziyaret kurtardı. Bu ne haldir başınızda’ dedi.
Askerler bir defasında da yine köylüleri topluyorlardı. Ulukanlı Köyü civarında Sinan adında bir Sünni Türk askerlerin köylüleri topladığını görünce, ‘Kürt’ü öldürün, Kürt’ü öldürün’ diye bağırdı.
Qaco Amcam müdahele ederek ‘Sinan, ben senin bu yaptıklarını unutmam. Nerede olsam, nereye gitsem gelir seni bulur ve öldürürüm’ dedi ve yemin etti. Amcamı sürgün ettiler. Ancak, bir kaç ay sonra Amcam sürgünden gizlice kaçtı, gelip Sinan’ın yerini yurdunu yaktı. Sinan da korkusundan kaçıp gitti. Öcünü aldı ve geri Aydın’a gitti. Bir süre sonra durumlar düzelince amcam gelip Elazığ’da yaşamaya başladı ve orada öldü.
Bir defasında askerler bizi Hozat’a götürüyordu. Derede insan cesetlerini görüyorduk. Cesetlerin içinde Şemsi Ağa ve Sığık Ağa diye iki kardeş vardı. Askerler onları atlara ezdirerek öldürmüşlerdi. Gittiğimiz yerde bizi tanıyan bir Türk komşumuz bizi gördüğünde askerlere „Bunların bir zararı yok, suçu yok bunları nereye götürüyorsunuz. Bunları bırakın biz bunlara bakarız“ dedi. Aç ve susuzduk, bize su getirdiler suda kan vardı. İnsan kanı suya bulaşmıştı. Biz de suyu döktük. İçmedik...
Seyithan Ağa’nın gelini ve üç çocuğunu üzerlerine gaz dökerek yakmışlardı. Diğer çocukları da gaz dökerek yakmışlardı. Seğedik’te askerler, süngü takarak insanları öldürüyorlardı. Orada bir Kürt askere sormuş „İbrahim sen niye vurmadın“ diye. İbrahim de „Nasıl vurayım onlar benim kardeşim, anne ve babamdır“ demiş. Daha sonra İbrahim’in gözünün önünde annesi, babası ve kardeşini öldürüyorlar.
Çok sayıda insanı sürgüne göndermişler siz de sürgüne giden insanların içinde miydiniz?
Bizi sürgüne göndermediler. Ormanda ve dağlarda saklanmaya çalıştık. Ama amcan ve çocuklarını, yine çok sayıda tanıdığımızı sürgüne gönderdiler. Bize o sıralarda Türk komşularda yardım etti. Türkler bir yandan bize yardım ediyor ama bazıları da şikayet ediyorlardı. Dersim’de o zamanlar rahatımız yoktu. Ölümle karşı karşıya geldik. Özellikle erkek çocuklar saklanırdı. Çünkü önce onlar öldürülüyordu.
Ermeni komşularınız var mıydı?
Dedem anlatıyordu. Segedik’te askerler üç kardeşi kaynar suyla öldürüyorlar. Bu kardeşler babamı ve dedemi görüyor ve yardım istiyorlar. Babam ve dedem kurtarmaya gidiyor ancak onlara kurşun sıkılıyor. Kurtaramıyorlar. Dedem ve babam bu olayda yaralanıyor. Bizim tarafta Ermeniler çoktu. Aramız iyiydi, onlarla kardeş gibiydik.
Sen gerilla gördün mü? Size geliyorlar mıydı?
Ben bir gün ineklere bırakmaya gittim. İki kız, bir erkek gerilla benim evime gelmişti. Evimi temizlemişlerdi. Çay demlemişlerdi. Bana, ‘Teyze senin için ne yapabiliriz’ dediler. O sırada askerler köye geldi. Ben onlara ‘samanlığa gidin dedim’ Gidip saklandılar. Askerler gidince de yerlerinden çıktılar. Bana yardım etmişlerdi. Beni karakola götürüp neden onlara ekmek, su verdin diye sorsaydılar ben de onlara şunu derdim: Sen benim evime geldin, su, ekmek istedin vermez miydim? Veririm. Onlar da aç, susuzlar benden ekmek isteseler yine veririm. Yüreğim dayanmaz, yaparım. Şu an gelseler de yine aynısını yaparım.“
Bu anlattığın olaydan sonra ne oldu?
1995, o zaman ambargo yıllarıydı. Pertek yolu üzerinde biz köylüler gerillaya ekmek, yemek vermeyelim diye belli poşetlerde un tartarak veriyorlardı. Gittim herkese poşetle un veriyorlar. Beni çağırdılar, „Poşetini al gel un verelim“ dediler. Benim zoruma gitti. Ben onlara küfür ettim. „Benim gibi yaşlı bir kadına poşetle un veriyorsunuz. Kendimi suya atacağım“ dedim. „Poşetinize de ununuza da“ diyerek küfrettim. Ayağa kalktım onlar bana inandı. Kendimi suya atacağımı zannettiler.
Subay „Dur dedi“... „Sen niye torbayla un istiyorsun. Kime vereceksin“ diye soruyordu. „Ben ise kime verirsem veririm“ dedim ve unumu aldım gittim. Oradakiler birbirine „bir Kurmanc kadar olamazdınız“ diyorlardı. Bana Kurmanc diyorlardı. Her zaman korku içinde yaşıyorduk. Ayak sesi, köpeğin havlama sesi geldiğinde „Acaba yine asker, polis mi geldi“ diye soruyorduk. Hayatımda ilk kez Almanya’ya geldiğimde rahat uyudum ve kendimi rahat hissettim. Bunu oğluma da söyledim.
ÖZCAN BOZOĞLU - STUTTGART