Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Kurmeş sitesine yazdığım ironi yazılarım-Memet Yılmaz

Ağızdan ağza anlatılan bir çok anılarımız vardır. Bunlar yazılı hale getirilmeli ve gelecek kuşaklara aktarılmalıdır. Bazı anılar da tabulara takıldığı için kültür yapımız da aşamadığından ötürü, yazılı duruma getirilmekte zorluk yaşanmaktadır. Bu yazılarımla bazı anılarımızı ironi şekilde sizlere aktarmak istiyorum. Sözlü anlatılan anılar yazılı şekle getirilmediği zaman süreç içersinde unutulur veya değişime uğrar.İroni yazılar şaka maiyetinde olup, öze bağlı kalmak şartıyla bazen de abartılır. Yazılarım da bazı tepkiler aldığım da oluyor. Şakalara ve yaşanılmış hayatın pratiğine karşı bazılarının toleranssızlığı onların bir eksikliği olarak görmeme rağmen, gene de aflarına sığınmak isterim.

 Xıyal

Halam Xıyal  mağaralar semtinde ki çayır da ot biçer. Biçtiği otu eşeğine yükleyip köy yolunu tutar. Gevri kortke’ ye ( çukur taşı) vardığında, yolun iki kenarı kayalık olduğundan, eşek yükü kayalara dayandığı için geçemiyor. Halam durmadan, ço ço deyip,  arkadan eşeğe vurup  daracık yolda geçmesini sağlamaya çalışır. Eşek yükün ve üzerindeki palandan sıyrılıp daracık yoldan kurtuluyor. Eşeğin sırtındaki  ot yükü ve palanı sıkışmış iki taş arasında havada kalır. Halam halen arkada, ço ço deyip palana vurup, eşeğin geçmesini sağlamaya çalışır. Belli bir uğraştan sonra birde bakıyor ki eşek 20 metre ileride otluyor.  

 Halil İmak

Xelo Pertek ten oğlu Kazım’ ın otobüsü ile Kurmeş’ e geri dönüyormuş. Pertek’ ten kendisine üç karpuz satın almış. Otobüs önce Xesir de bazı yolcularını indirmiş. Xelo bir karpuzu oradaki bir kirvesine verir. Otobüs Sevker’ e varıp bazı yolcularını indirirken, bir karpuzunu da oradaki bir diğer kirvesine verir.  Otobüs Kurmeş’ e varmadan, Ali Ber’ in bahçesin de durur ve Xelo son karpuzunu da akrabası Ali Ber’ e verir. Otobüs  son durağı  köy meydanına varır ve yolculardan kimisinin elinde kavun karpuz ile inerken, Xelo eli boş yenir. Hanımı Naci, Xelo neden bir karpuz beraberinde getirmedin deyip kızar. Xelo, Naci hiç sorma, Pertek te tüm çarşı pazarı dolaştım, bir karpuz ve kavun bulamadım. Hepsini satmışlar der.

 Ali Ber

Ali amca köyde manavcılık yapıyordu. Manavın önünde çocuklar  baba veya dedeleri ile geçerken, çocuklara birer şeker veya  bisküvit ikram ediyormuş. Ağızlar tatlı olan çocuklar ikincisini  isterken, yavrum, baban veya deden yanında, onlardan para al sana daha fazla şeker bisküvit vereyim dirmiş. 

 Haci İltümür

Xaçko Ane Xeze’ de çift sürüyormuş. Pertek’ linin biri eşeği ile birlikte Ane Xeze de yolda geçerken, Xaçko’ ya selam vermeden geçmiş. Xaçko öküzlerini durdurur ve yoldan selam vermeden geçen Pertek’ linin yolunu keser. Sen bana neden selam vermedin der. Pertek’ li kendisini görmediğini ve Xaçko dan özür diler. Xaçko özürü kabul etmez. Geri dön ve hizama geldiğinden bana üç defa selam vereceksin der. Xaçko’ yu tanıyan pertek’ li hiç itiraz etmeden geri döner ve Xaçko’ nun hizasına geldiğinde, Xaçko’ ya üç defa selam verir ve birbirleri ile dostane bir şekilde sohbet ederler. Xaçko, gel eve gidelim, birlikte yemek yiyelim ve eşeğine de odun yükleyip Pertek’ e git der.  

 Gek

Gek, Veysel Top un babasıdır. Köylüler arasından bir kavga olmuş ve kavga mahkemeye intikal etmiş. Gek i de şahit olarak göstermişler. Gek Abşeker e gidip, jandarma karakolunda ifade vermesi gerekiyormuş. Karakolda nasıl bir ifade vermesi konusunda, kendi kendisine bir ifade provası yapmış. Köyden Abşeker e giderken, çayırda şapkasını çıkarıp bir alıç ağacına asmış ve şapkasının karşına geçip, hazır ol vaziyette, karakolda verecek ifadesinin provasına başlamış. Komutanım ben Uso oğlu Gek. Yalan söylüyorsam, kozuk gözümü çıkarsın, çocuklarımı ekmeksiz sussuz bıraksın.Bu kavgada ne bir şey gördüm nede duydum. Geg nin konuşmalarını duyan amcasının oğlu Ali Top, Gek e sen ne konuşuyorsun der. Gek, oğlum Ali ifademe beğendin mi der. 

 Xıtko ile Tıto

Xıtko ile Tıto un Tapı Derke de sınır tarlaları vardır. Tıto nun iddiasına göre, Xıtko, iki tarla arasındaki sınırı bozmuş. Tarla sınır yerinde kendi aralarında çıkan tartışma giderek alevlenir ve kavgaya dönüşür. Kavga alanı yamaç olduğunda, kavgalı bir şekilde yamaçtan yuvarlana yuvarlana caddeye kadar gelirler. İkiside bitkin bir şekilde cadde ortasında kavgalarına ara verirler. İkisi de sigara içiyorlarmış. Kavga esnasında, Xıtko nun sigara tabakası düşüyor ve tütünü yere dökülüyor. Dıto tabakasın çıkarıp kendisine bir sigara sarp içmeye başlıyor. Xıtko, ey rezil sığara tabağım düştü ve tütünüm döküldü gördün, sigara tabağını verde, bir sigara bende kendime sarayım, sigaradan sonra kavgamıza devam ederiz der. 

Ali Top

Ali Top, dernek denetim kurulu başkanımız Hıdır Top un babasıdır. Pek şakacı olmamasına rağmen, gizliden ortak parmağı ( şıpık)  ile çocukların başına vururdu.

Emir Baysal, bir gün Ali nin oğlu Mustafa ya şu soruyu sorar. Mustafa sen mi büyüksün yoksa Ali mi? Mustafa nedenini sorunca, sen çok akıllısın, Ali orta parmağı ile hep insanın kafasına ( şıpık) vuruyor demiş.

Bir gün Ali Top, İmam Aslan ve Mahmut Çalış la birlikte Pertek e giderken, Cüçke ovasında yan yana yürüyorlarmış. Ali arkadan, Mahmut un ensesine bir tokat vurup, İmam sen neden Mahmut u dövdün der. Mahmut ta ensesinde yediği tokattın verdiği acıdan olacak ki, oda İmam ı dövmeye başlar. Mahmut ile İmam arasında kıyasıya bir kavga olur ve ikiside köye, yüzlerindeki kavga derbleri ile dönerler.  

Bıdo

Hıdır Dadaşut, bizim İsmail in babasıdır. Köyün tüm çocukları ve gelinleri  ondan korkardı. Çocukların  ve genç gelinlerin kulaklarını ısırmak isterdi.   Özellikle çocukları gördüğünde, bir şeyler söylerdi, biz onun kuran okuduğu şeklinde algılardık. Xade bende senin kulunum. Şu çocuğu tut ta onun şeker gibi olan kulaklarını bir ısırayım derdi. Biz çocuklar ve özellikle Kurmeş li olmayan genç gelinler Bıdo yu gördüğümüzden hep ondan kaçardı.  

 Mahmut Banguş

Mahmut bir gün  Almanya daki oğlu Niyazi ye telefon açar ve Niyazi den maddi destek talep eder. Niyazi elinde para olmadığını ve babasının bu isteğini yerine getiremeyeceğini üzülerek belirtir. Sonra birbirlerinin hal hatırlarını sorduktan sonra, Niyazi  enişteleri Hıdır Özçelik in de evde olduğu, onunda kendisine selamları olduğunu ifade eder. Mahmut,  ne oğlum bu köydeki Xıdolar Almanya ya gelince hıdır mı oluyor?Niyazi, baba almanca da ı harfi olmadığı için, köydeki Xıdolar burada maalesef Hidir olmuşlar der.  

 Fate Memed e ( Fate Düzyar)

 Köyde kış mevsiminde sıcak soba veya şömine etrafında toplanan çocuklar kendi aralarında bilmece bulmaca yarışlarını yaparlar. Fate Reşo nun kızıdır ve Reşo nun ben on diyorum siz onbeş anlayın çocukları varmış. 6 defa evlendiği söylenilir. Çocuklar ocaktan yanan ateşin etrafında toplanırken, Fate bir bilmece sorar. Derki, benim bir şeyim var hep havadan uçar. Bilin bu nedir?

Saatlerce bilmeceyi çözmek için uğraşan kardeşleri bir türlü çözemiyorlar. Çözemedikleri bir bulmacanın çözümünü, bulmaca sahibinden öğrenmek için,  kendisine bazı hediyeler ikram edilir veya bulmaca sahibinin istekleri doğrultusunda davranışlarda bulunurlar. Fate çözüm için kendisini bir diğer kardeşi tarafından sırtlanmasını talep eder. Iso, Fate yi sırtlar evin içersinde at yürüyüşünü yapar. Herkes merakla, bulmacanın çözümünü beklerken,

Fate Çırtan dır Çırtan dır der.  ( çırtan kurutulmuş çökelektir)

  Dılan

Türkçe adını bilmiyorum ama bizim Murat Azak ın babasıdır.  Havalar ısınınca köylülerimizin yayla göçleri başlar. Dılan da Ağbayıra göç etmek ister. Yaylada kullanılacak bazı eşyalarını bir katıra yüklemiş, fakat bazı eşyaları fazla kalmış. Karısı Kibe yi çağırmış. Demiş ki, tosunu getir, geri kalan yorgan döşek ve yastıkları da tosuna yükleyelim. Kibe akılı, olmaz demiş, Dilan sen Kurmeşlileri tanımazsın onlar öküze binerler demiş.  

Kibe tosunu getirir ve boynunda tutar, Dılan da döşek, yorgan ve yastığı tosunun sırtına yükler ve yükü  iple sıkı bir şekilde bağlar. Kibe tosunu bırakır, tosunun hiç alışkın olmadığı bir durumda kurtulmak için çalı çırpı ve meşelerin arasına dalar. Tosunun sırtındaki, döşek, yorgan ve yastık yünler çalı çırpılara takılır ve hiç kullanılmayacak hale gelir.

Kibe, öküze binen Kurmeş linin halı de senin bu yorgan ve döşeklerin haline dönmüştür der.

 Gego – Mahsut Ok

Sonbahar mevsimi. Köy sığırları akşam meradan köye dönmüşler. Hece Gego nun eşi, Sılto ve Şem de Gego nun kızlarıdır. Gego nun bir eşeği varmış.

Gego Şem e ye sormuş, Şem e eşek geldi mi? 

Şeme, he Gego, Sılto eşeği kazığa bağlamış der.

Gego, eşi Hece ye sorar, eşek kazığa bağlanmış mi?

Hece, evet Şem e kazığa bağlamış der.

Gego Sılto ya sorar, kızım eşeği iyi bağladınız mı?

Sılto evet Gego, anne iyi bağlamış der.

Üçünün de  Gego ya verdiği güvende, Gego iyi bir gece uykusuna dalar. Sabah kalktığında, eşeğin kazıkta bağlı olmadığını görür. Hece ve kızlarını çağırır, o diyor o bağladı, o diyor o bağladı. Gego eşeğini aramaya gider, eşeğin gurgurik te kurtlar tarafında parçalandığını görür.

 Mede

Baba Kurt un annesidir. Mede ile Hece ( Mehmet Ok un annesi) kardeşler. Mede yazın ağaçlardan  yapılmış bir hayma da (holık) kalıyormuş. Ekmek pişirir ve pişirdiği ekmeği  haymada saklar. Bir inek haymaya girer ve Mede nin ekmeklerini yer. Duruma çok üzülen Mede, ablası Hece ye anlatır. Hece o kadar ekmeği inek yiyeceğine sen önceden yeseydin daha iyi olmazmı der. Abla o kadar ekmeği ben nasıl yiyebilirdim  ki der.  Hece, İnek hepsisini yediğine göre, sende onun çeyreğini yiyebilirdin der.

 Husen i İne

Hüseyin Karaca nın ektiği bostan tarlasına ve özellikle kavunlara tavşanlar dadanmış. Hüseyin bir gün silahını alıp, bostan tarlasına gider. Uzun bir bekleyişten sonra bir tavşan bostan tarlasına girer ve Hüseyin elindeki silah ile tavşanı vurur.  Tavşan can acısından bağırınca, Hüseyin, kermeli kavunları yeyince sevincinde dört köşe oluyordun, kurşunu yeyince niye öyle bağırıyorsun demiş.

Süpürge satıcısı.

Köyde kendisine Ape, lakap olaraktan Uti derlerdi. Türkiye Cumhuriyeti nüfus kayıtlarında Munzur olarak geçerdi. 165 boyunda esmer zayıf bir yapıya sahipti. Bizim Ziran Uç un anne babasıydı. Ape amca Türkçe bilmezdi. Çalı çırpılardan yaptığı süpürgelerini Pertek te  mahalle mahalle  gezip satıyormuş. Mallarını satmak için  gür sesle bildiği türkçe ile pazarlamaya çalışıyormuş. Mahalle arasında, hanımlar sıpırtam satam, kirveler sıpırtam satam, sıpırtam satam, hanımlar gelin sıpırtam satam......  diye bağırıyormuş. Pertek linin biri, Munzur amca sen ne dediğini anlıyormuşsun, he sıpırtam satam. Ama kötü bir mana bundan çıkıyor, sen hakaret ve tacizden bulunuyorsun. Haşa kirve haşa, sıpırtam satam der.

Fate Düzyar

Bizim Fate, yönetim kurulunda Mahmut Düzyar ın  annesidir. Pertek li bir kirvesi onlara köy de misafir olur. Kirve köyde gezer ve tekrat da Fate halanın evine gider. Pertek li , Mehmet kirve nerde diye Fate ye sorar. Fate, ha Mehmet kirve öldü der. Pertek li olur mu ben onu biraz önce gördüm. He doğru, oda şimdi öldü der. Pertek li üzülür eli ile başına ve dizine vurur. O ara Mehmet eve gelir. Pertek li şaşkınlık içinde, Fate kirve senin öldüğünü söyledi. Mehmet Fate ye sorar sen ne dedin, Fate Kürtçe o gitti dedim. Fate,  Ah kirve kusura bakma, gitti diyeceğime öldü dedim. He doğrudur, biraz önce öldü şimdide hortladı geldi der

Huço amca: Hüseyin Armaç

Köyde Huç i Sebo derledi. Munzur yaylalarında Dersimlinin biri, yaylaya yeni taze elma getirip satıyormuş. Bir kilo yün üç kilo elma. Bizim Huço verdiği yün karşılığında elmalarını alıp eve gider ve bir elmanın tadına bakar. Elmalar çok ekşi acı ve boğucudur. Huço elmaları alır ve doğru satıcının yanına gider ve derki, ey vicdansız, ben sana heri mi yoksa gınci mi verdim, sen utanmadın bana bu dalı dırşleri verdin der. (heri – yün, gıncı –gübreli yün, dal-acı,dırş-ekşi)

Huço amca  kalendi - Hüseyin Armaç

Huço  amca kayıp olan bir kuzusunu ararken, bizim köyde ilk üniversiteli Mahmut Ber le şu sohbeti yaparlar.

Mahmut efendi, benim bir kuzum kayıp. Şu aşağıda bir kalandi ( meleme) geldi. O kalendi bizim Bıdi Orcan kalendisine benzedi. Gittim dürüve ( hayvan kulaklarına vurulan gama işaret) baktım, bu dürüv Bıte Orci değil. Acaba bu dürüv Haçko mu yoksa Musi Husige mı? der.

Gazocağı

Baravlının biri evine bir gazocağı almış ve onun marifetlerini anlatıyormuş. Bre kendime bir gazocağı aldım. İçine gazyağı koyuyorum. Onu kus kus pompalıyorum. Kibriti çaktıktan sonra, kuse vısa, kuse vısa şeklinde yanmaya başlıyor. Bre bilmem kendisine gaz ocağı mı quz ocağı mı derle der.

 AĞBABA

Otuz yaşından büyük her köylümüz Ağbabayı tanır. Hafif özürlü olmasına rağmen, her kes onu sever, söylediklerine hoş görü ile bakar ve  bazen hal hareket ve davranışları ile cemaatlerde alay konusu olurdu. Ağbabanın bir çok kirveleri var. Kimi sevdiği için, kimide başka nedenlerden ötürü kirve ederdi. Uzun dönem çocuk doğurmamış, hep kız doğurup erkek doğurmamış veya artık çocuk doğurmak istemeyen kadınlar, şayet Ağbaba onların  karınlarını eli ile ovalarsa, istekleri yerine getirileceklerine inanıyorlarmış. Kadınların anlattıklarına göre, bu ilahi muayene kimsenin göremeyeceği şekilde, bire bir yapılıyormuş. Yine anlattıklarına göre, muayene esnasında Ağbaba da her hangi cinsel bir duyarlılık olmuyormuş. Ağbaba elleri ile karın muayenesi yaparken, demek ki kadınlarda alttan Ağbabanın cinsel organlarını kontrol ediyorlarmış!

 Şimdi ironi anısına gelelim.

Köyümüzde sağlık ocağı yapıldıktan sonra, bir gün Tunceli den bir bayan doktor ve iki ebe köye gelirler ve sağlık ocağında  bayanlarımızı kontrol ve doğum konusundan bilgilendirmek isterler. Ağbaba  sağlık ocağının önünde heyecanlı bir şekilde gömleğinin düğmeleri ile oynayıp sürekli hareket halindeymiş. Köylüler Ağbabanın neden sinirlendiğini sorarlar. Ağbaba, Kurmeşli kadınlar oruspu olmuş der. Tunceli de üç oruspu buraya gelmiş, kurmeşli kadınlar kendilerini onlara teslim etmişler. Burada Ağunçanlının torunu dururken, neden Kurmeşli kadınlar onlara karınlarını teslim ettiriyorlar demiş. Pirime Allah tan rahmet dilerim.

RADİO ANILARI

Altmışlı yıllarda radyo bizim oralara yeni ayak basmaya başlamıştı. Bu konuda sizlere üç ironi yazmak isterim.

 XECE

Xece ( Hatice Ok) Selman Ber in evine oturmaya gider. Oturma odasında radyo dinliyorlarmış. Xece radyoyu ilk olarak görmüş ve ne olduğunu merak etmiş. Selman, bunun bir radyo olduğunu, kimin ne işler yaptığı bilgisi dahilinde olduğunu anlatmış. Xece türkçe bilmediği için, neler konuştuğunu anlayamamış. O ne diyor demiş. Selman, senin ile Koko ( Mahsut Ok) hakkında konuşuyor demiş.  Xece, ne diyor?  Selman, akşam şominenin önünde otururken, Gego senden ne istedi? Xece, o nerde biliyor. Selman, iste söylüyor. Xece, yahu ayıptır ayıptır hiç utanmıyor mu? Evet doğru, Gego gel yatağıma gir dedi, ben yatağına gitmedim. Üçünü de rahmetle anıyorum.

 APONUN GELİNLERİ

 Beyrık ( Apo – Bayram Öz)  köyümüzün zenginlerindeydi. Kendisine bir radyo almış. Bizim Nihat Öz ün annesi Anık ve film yönetmenimiz Kazım Öz ün annesi Gülşeri Apo nun genç gelinleriymiş. Anık radyonun nasıl açıldığını merak etmiş ve bir düğmeye basmış. Radyo da yüksek sesle bir türkü söylemeye başlamış. Sesin nasıl kısaltılacağını beceremeyince, radyonun üstünü yorgan döşek ile kapatmaya çalışmışlar. Apo eve geldiğinde radyonun sesini duyar ve radyonun nerede olduğunu görmediği için genç gelinlerinden sorar. Onlarda parmakları ile yatakların altında olduğunu gösterirler. Bizim analarımız!    Amma yiğitte doğururlar.

 ARAPCA BİLEN DEDE

 Benim anlayamadığım ve yardımınıza ihtiyaç duyduğum bir konu var. Bizim pirler Ağuçanlılar. Ağuçanın türbesi de Bargini köyündedir. Ne hikmetse, pirlerimiz hep dışarıya göç etmiş, ya Sivas yada Maraş a yerleşmiş Ağuçanlılardır. Neden Bargini de yerleşik Ağuçanlıları kendimize pir değilde, uzaklarda yerleşmiş Ağuçanlıları kendimize pir olarak tayin etmişiz.Ya bize yakın olanların hal ve hareketlerini çok yakından tanıdığımız için, yada  ‘dışarıdaki  davulun sesi daha hoş gelir ‘ mantığı ile pir tayin edilmiştir. Alevi inancına göre, pirini yakınında tanımak için, onun hal hareket ve davranışlarını, ailesini, komşusu ve çevresi ile ilişkilerini iyi bilmek gerekir. Mesela, dışarıdaki pirlerimizde, Doğan Dedenin torunu, Prof. İzzettin Dogan bizi sünnileştirmek için elinden geleni arkasına bırakmadığı bilgimiz dahilindedir. Neyse bu benim hadıma düşmezde, laf gereği bunu söyledikten sonra konuya geçelim.

Sivas tan adını bilmediğim Ağuçanlı bir dede Usk i Xıro ( Yusuf Durmuş) nun evine gelir. Akşam köylülerimiz kadınlı erkekli dedenin bulunduğu mekana giderler. Cemaatin orta zamanında radyoyu dinlemek isterler. Radyo açılırken, hiç kimsenin anlamadığı bir istasyonda sesler çıkıyormuş. Türkçe konuşulan bir istasyon aramaya çalışılırken, dede, hiç kimsenin anlayamadığı, tahminen Arapça konuşulan istasyonda kalmasını rica eder ve iki dakikalık bir haber dinlenildikten sonra, dede, tamam kapat der. Köylüler merakla dedeye sorarlar. Dede sen anladın mı? Dede evet der. Dede, ne söylüyordu?

Dede, pek önemli bir şey değil demiş. Şam da ( Şam Suriye nin milliyonluk başkentidir) çoban  akşam köyün sığırını merada Şam a getirirken, bir adamın iki ineği sığırın içinde yokmuş. Çoban ile bir kaç köylü inekleri aramaya gitmişler ve iki ineği bulup, Şam a geri dönmüşler. İnekler kurtlara yem olmadığına sevinerek bu haberi vermişler.Zevali köylülerde buna inanmışlar.

KOMŞU KÖYLERİMİZ

HEÇO

Şökürük lü Heço ( Hasan Taş)  bizim köylü dul bir kadına gönül vermiş. Heco 70 lik, dul kadın 35 yaşındaymış. Heço bu işin olamayacağını bilmesine rağmen, her gün Şökürük ten kırmızı atına binip bizim köye gelirmiş. Kürtçe de bir şarkı var; dılo dılo rezili dılo. Kendisini Kurmeş li kadını kendisine beğendirmek için, hep süslenip puslanırmış. Heço küçük yaştan bir gözünü kayıp ettiği için, ona lakap olarak kör Heço derlerdi. Yaşı nedeni ile diğer gözüde görme özelliğini büyük ölçüde kayp etmişti. Heço köyümüzde birinin evine misafirliğe giderken, evin eşiğinde uzamış köpeği görmediği için, köpeğin kuyruğuna bastığında, köpek inlemeye  başlar. Heço, köpeği azarlar ve önümden kalkmazsan öyle senin daşaklarına da basarım der.

Heço camer bu...

HUSO

Demrek köyünde Huso adında, iki metre boyunda, yarım metre uzunluğunda sakkalı 70 yaşları üstünde bir adamdı. Kırmızı bir atı vardı, bir yerden bir yere giderken atını vesayet olarak kullanırdı. Huso pipo içer ve hiç dudaklarında eksilmezdi. Bir gün Pertek ten köyüne dönerken, sıngeç köprüsüne vardığında, piposunun kendisinden olmadığını fark eder. Atı ile birlikte Pertek ten geldiği yolda tekrar geri döner ve yolda kayıp ettiği piposunu aramaya başlar. Pertek in alt kısmındaki Şebşebik mahallesine geldiğinde, kendisini tanıyan Pertek li neden geri döndüğünü merakla sorar. Huso, piposunu yolda düşürdüğünü, onu bulmak için geri döndüğünü söyler.Pertek li, Hüseyin amca kaç pipon vardı? Huso, bir tek piposunun olduğunu söyler. Pertek li, ağzında bir pipo var, o olmasın mı?  Huso, ben her tarafımı aradım, amma hiç ağzımı aramadım der.

 KEMO

Sevkerli Kemo, Munzur Ok ( Tefik Ok un babası) un eniştesidir. Yazın yaylaya kayın pederi Munzur ile birlikte gider, kendisinin çadırı olmadığı için, çocukları ile birlikte kayınpederinin çadırında kalırlar. Yaylada bir hafta kaldıktan sonra, evini yükleyip köyüne gitmek ister. Köylüler nedenini sorunca, ben böyle yaşamın içine tüküreyim. Daracık bir alanda 6 kişi yatıyoruz. Akşam yatakta kendimi kımıldatsam yorgan hışıldaniyor, karıma elimi uzattığımda, kayınpederim öksürüyor. Burası benim için değil, ben köyüme göç ederim der.

İSMAİL YILMAZ

Bu  yazımla, babam İsmail in bazı anılarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Yazılacak çok anısı olmasına rağmen, genellikle esprilerini belde aşağı kullanmıştır. Aziz Nesin deyimi ile, terbiyem bunları yazmaya pekde müsaade etmemektedir. Buna rağmen bir kaçını yazıyorum. Nasıl olsa benim babam.

Zeki Köpek 


İsmail amca Kahraman Aslan la birlikte hayvan tüccarlığı yapıyorlarmış. Hozat ve çevre köylerden satın aldıkları bir kaç büyük ve küçük baş hayvanlarını köyü olan Kurmeş e getiriyorlarmış. Peyik ten geçerken, bölgede adı şanı ile tanınmış bir ağanın kızına misafir olurlar. Karınlarını doyurduktan sonra yoluna devam etmek isterler. Ağa kızı  Sultan Hatun da  onlarla birlikten Peyik ten Abşeker e kadar gelmek istediğini söyler. Hatun atına biner, İsmail ve Kahraman da satın aldıkları hayvanları ile birlikte bir saatlik yoldan  sonra, Abşeker e varırlar. Sultan Hatun attan iner inmez, ufak bir köpek yavrusu hatuna yaklaşıp, eteklerini koklar. Kahraman hemen köpeği azarlar ve köpek uzaklaşır. İsmail, köpeği azarlama der. Kahraman nedenini sorar.O köpek hem senden hemde benden akıllıdır der. Köpek nasıl bizden akıllı olur? Biz iki erkek bir saattir Sultan hatun la yolda geliyoruz. Hiç birimiz Sultan hatunun eteğini kokladık mı?  Hatun attan iner inmez, köpek hemen gelip kokladı. Onun için o, senden ve benden akıllıdır der. 

Seksi Baytar 

Hasan Top un katırı günlerdir yem yemiyor su içmiyor. Hayvan takattan düşmüş. Hasan, Pertek ten veterneri  getirir.  öğle vakti veteriner, Hasan ın harmanin da hayvanı muayene eder. Köylüler harmanın etrafına toplanmış, büyük bir ilgi ile muayeneyi izliyor ve hayvanın hastalığını merak ediyorlarmış. Veteriner önce hayvanın ağzını, dilini, dişlerini, kontrol ettikten sonra, kulağına taktığı ses alma cihazı ve elleri ile, hayvanın boynunu, karnını, kalçasını ve kıçını muayene eder. İsmail Amca: Aslan Veterner. Hepimizin gözü önünde hayvanın her tarafını elledin. Akşam hanımının koynuna girince, Allah bilir daha ne marifetler sergiliyorsun der. Veterner çok alınır ve hayvanı muayene etmekten vaz geçip Pertek e geri döner. Hasan : Adam hayvanı kurtaracaktı. Ölürse sebebi sensin der.İsmail: Demeki ömrü bu kadarmış, oğlum der.  

Piç Komutan !

80 askeri darbeden sonra,  askerler köylülerimimizi, köy ilkokulunun  meydanında toplamışlar.Köylülere psikolojik ve bedensel işkence yapmaya başlamışlar. Kadın ve yaşlılar tek ayak üzerinde duruyor, gençlerede yerde sürünme eğitimini yapıyorlarmış. İsmail: Komutanım haklısın. Elimizde silah yok.  38 de senin gibiler korkudan anasının karnında çıkmayı cesaret etmezdi. Komutan: 75 yaşındaki İsmail amcayı meydan dayağına çeker. Oğlu Hıdır müdahale eder, babasının yerine kendisine işkence edilmesini talep eder. Komutan: Yaşlıyı bırak, çocuğuna işkence yapın der. Hıdır ı dövmeye başlarlar. İsmail: Komutanım benim 8 çocuğum var. Biri ölürse, yedisi sağdır der.Komutan: İşkencenin daha şiddetlenmesini talep eder. İsmail: Komutanım babanızın adı ne? Komutan: Ali der. İsmail: Babanızın adı çok güzelmiş. Sen o babanın oğlu degilsin. Annan seni başkalarından almıştır. Sen piçsin der. Askerler dudak altında gülmeye, köylülerde İsmail amcayı onaylar gibi mırıldanmaya başlıyorlar. Komutan daha da azgınlaşmaya başlıyor. Pertek te her kes onu piç komutan derlermiş. 

Yalancı Hoca 

80 askeri darbeden sonra, alevileri sünnileştirmek için, alevi köylere cami yapma ve imam göndermeye başlarlar. Bizim köye de Elazığ ın Şuşnaz köyünden olan bir cami hocasını göndermişler. Köylülerimiz Şusnaz lıları tanırlar. Onlar eşeklerine yükledikleri ayva ve  üzümlerini köylerimizde satarlardı  Diyanetin yogun cabasi, köylülerin pek ilgisini çekmez. Hoca iki aya yakın köyümüzde kalır. Cuma günü, İsmail amca bir kaç köylüyü yanına alıp, cami olarak kullanılan köy odasına gider. Hoca efendi Cuma namazının kılınacağına sevinir. İsmail: Hoca efendi biz namaz öğrenmeye geldik.Hoca: Çok hayırlı bir sevap kazanacaksınız der.İsmail: Hoca efendi, sen önde, bizde senin arkanda namaza duracağız, değilmi der.Hoca: Aynı öyle olacak der.İsmail: Hocalar yanlış şeyler söylemez, hep doğruyu söyler, cemat hocaya güvenmeli  değil mi? Hoca: Allah için hizmet veren, Allahın doğru yolundan sapamaz der.İsmail: Hoca efendi, ben senin arkandan namaza durmadan önce, sana bir soru sormak isterim der. Senden ricam, soruma ya evet yada hayır cevabını verirsen yeterlidir der. Hoca: Buyrun İsmail amca, sorunuzu sorabilirsiniz der.İsmail: Sizin köyünüzü tanırım. Sizde eşek çok beslenilir. Senin eşekle hiç cinsel temasın oldumu? Bu soruya çok öfkelenen hoca, aynı gün bavulunu toplayıp Pertek e gider. Köyümüzde bu sayede sunnileşme politikasından kurtulmuş olur.   

İsmail Pertek te 

İsmail amca Pertek çay bahçesinde, bir çok pertekli dostu ile şakalaşıp konuşuyorlarmış.Pertekli: İsmail gagoş, siz hiç  zefk, güzellik ve temizlik diye bir şey bilmezsiniz. İsmail: Gagoş kivre niye? Pertekli: Siz kadınlarınızın koynuna nasıl giriyorsunuz?  Kadınlarınızın üstü başı hep yağ peynir kokuyor.İsmail: Çok haklısın gagoş kivre. Ben karımın koynuna girdiğimde, hep sizin kadınları hayal ediyorum der.

MAMO

Mamo amcamız öldü. Kendisine Allahtan rahmet, ailesi ve yakınlarına baş sağlığı temenilerimi iletirim.

Mamo, duyma özürlüsüydü. Küçük yaşta geçirdiği aşırı sıtma sonucu, duyma duygularını kayp etmiştir.

Bende de hafif sağırlık özürlülüğü olduğu için, sağırlar genellikle, konuşulan kelimeleri iyi algılıyamadıklarından ötürü, şayet okuma yazmaları yok ise, algıladıkları gibi telavuz ederler.

Mamo amca Kurmeş de konuşulan dil şivesi dışında başka bir şive ile konuşurdu. Konuşmalarında genellikle dilini üst damağına dokundurarak konuşurdu.

Mamo inanç ve itikatlarına bağlıydı. Köyümüz ve çevresinde nerede bir tapınak varsa, onun orda dikili bir badem, dut ve ceviz ağacı vardır. Diktiği ağaçları canı gibi beslerdi. Kozuk dağının tepesine diktiği ağacı sulamak için, yazın sıcaklığında, saatlerce suyu omuzunda taşıyıp götürürmüş.

Mamo derken, insan aklına kırmızı tarla gelir. Kırmızı tarla kenarında ektiği nice ceviz, badem, armut ve üzüm bağlarının meyvesını yemeyen Kurmeş lilerin olmayacağını tahmin etmem.

Mamo öldü. Onun yetiştirip gelecek nesillere bıraktığı yüzlerce ağacı yeşerdiğinde Mamo amcayı hatırlatacaktır.

88 yaşlarındaki ömrünün son 15 yıllını Almanya da göçmen mülteci olarak geçirdi.

 Onun bir anısını sizlere anlatmak isterim.

Çocukları ile birlikte Wipperfürth kentinde yaşadı. Her sabah yeşil ormanlar içersinde geziye çıkar.

Ormana giden yolun kenarında, etrafı demirlerle çevirmeli içinde küçük fidanların yetiştirildiği bir mezar anıtı varmış.

Almanya da tek mezar yerleri müsaade edilmemesine rağmen, büyük bir ihtimal ile trafik kazası sonucu ölmüş birinin ya mezarı yada anısına bir mezar anıtı yapılmıştır.

Mamo her gün mezarı ziyaret eder, mezar etrafındaki yabani otları temizler ve Cuma günleride mum yakarmış.

Mezarın etrafındaki demirler paslanmış, mezarın zemin çimentosu molozlaşmıştır. Bir gün çarşıda demir boyası, beyaz badana ve bir fırça satın alıp mezara gider.

Demirleri boyalar, mezarın zeminini ve kenarındaki fidanların kökünün yarısını beyaz boya ile boyar. Yolda geçenlerden birisi mezar sahibine haber verir. Mezar sahibi polisi haberdar eder. Polis Mamo yu olay yerinde tutuklayıp karakola götürür.

Polis, Mamo ya, mezar sahibinin istek ve müsaadesi olmaksızın, demiri, mezarı ve ağaçları boyadığından ötürü kendisine karşı suç duyurusunda bulunulacağı kendisine anlatılır.

Mamo, oranın bir ziyaret yeri olduğunu, ziyaret mekanının sahibi olamıyacağını, ziyarete hizmetin bir itikat ve vazife olduğunu idia eder.

Polis ve mezar sahipleri olayda bir inanç bazının olduğunun farkına varınca, şikayetten vaz geçip, bir daha böyle bir etkinlik içersine girmemesi için Mamo yu ikkaz ederler.

Mamo, dünyanın her yerine kafirler dolmuş. ziyarete hizmeti yasaklıyorlar demiş.

Mekanın toprak, etrafın yeşilliklerle donansın mamo......

Keko Karaca

Keko Karaca ilk Almanya ya giden köylümüzdür. ( Köylümüz diyorum ama, bunu söylerken köylülerimizin Karaca ailesine karşı tavırların da utanıyorum. Uzun dönem köyümüze yerleşen Karaca ailesi, Kurmeş li olmadıkları gerekçesi ile köyümüzü terk etme zorunda bırakılmışlar)

Keko izine geldiğin de, beraberinde birkaç tükenmez kalem getiriyormuş. Kalemlerin özelliği, bir yerlerin de bakıldığında çıplak veya yarı çıplak kadın resimleri görünürmüş. Keko, bu kalemleri eski yoldaşları olan çobanlara hediye ediyormuş. Kalem de ki resimler birbirlerin de farklı oldukları için, çobanlar diğer kalemlere bakmak için hep aynı semtler de hayvanlarını otarıyorlarmış veya ahırları birbirine yakın olanlar akşamları bir mekan da buluşuyorlarmış. Çobanların bu safari davranışlarında rahatsız olan sürü sahiplerinin, belki de Karaca ailesine ilk gösterdikleri tepki olabileceğini tahmin ediyorum.

Feyzi Karaca

Köy de Fezo veya lakap adı ile Alo diye çağrılırdı. Feyzi Almanya ya abesi Keko nun yanına Mannheim e turist olarak gelir. Belli bir zaman sonra Keko çalıştığı işyerin de Feyzi ye bir iş bulur. Feyzi işe başlar ve akşam eve geldiğin de abesine şu soruyu yöneltir. Abı, Almanlar benim ismimi nerde biliyorlar. İşyerin de Almanlar hep bana Alo diye çağırıyorlar demiş.

Ismail Aslan

İsmail Almanya dan Türkiye ye izine gider. Babasına siyah bir foter alır. Foter kırılmasın diye hep elden taşır. Otobüsle Mannheim- Frankfurt, uçakla Frankfurt- İstanbul, otobüsle İstanbul-Elazığ yolculuğunda foteri büyük bir özenle kırılmadan elde taşır. Elazığ otogarın da taksi ile amcası Garip in evine gider. Foteri takside unutur.  Taksi şoförü  belli bir zaman sonra foteri görür ve İsmail i bıraktığı yere geri dönüp foteri geri verir. Yolculuğun verdiği yorgunlukta olacak ki, İsmail foteri unutmuş. İsmail taksi şoförüne teşekkür ederken, kendisine ikinci bir taksi ücreti daha verir. Şoför pek kabul etmek istemese de, İsmail ona, hangi şartlarda foteri buraya kadar getirdiğini anlattıktan sonra, taksiciye, senin hakkın bir değil iki dır der.

Halil&Yusuf

 ( Bu hikaye yi İsmail Dadaşut tan dinledim. Doğru yanlış membalı ona aittir)

Halil ile Yusuf markaları Ford, renkleri  kırmızı ayrı ayrı arabaları ile Türkiye ye izine giderler.

( 80.li yıllardan Türkiyeliler genellikle Ford marka araba, Faslılar da Mersedes kullanırlardı. 90.lı yıllarda bizim kurmeşliler E Klasse marka araba kullanmaya başladılar. Benim ki de iş değil, derler ya’ zenginin malı züğürdün çenesi’) neyse konuya dönelim.

Halil & Yusuf arabaları ile boğaz köprüsünde geçmeden önce, köprü başın da arabaları durdurup, aşağı inip, köprü ayaklarının sağlam olup olmadığını kontrol etmişler. İsmail in iddiasına göre, onlar can güvenliğinden daha ziyade ceplerindeki paraların güvencesi için yapmışlar.

Besime Aslan

Daye nin babası İmam Aslan ilk Almancılarımızdandır. İmam amca her izine geldiğinde Neckermann ın 2000 sayfalık kocaman kataloglarını beraberinde getirirdi. Katalog ta A-Z ye karar her türlü eşya resimleri vardı. Katalog ta  biz erkek gençler için en ilgi çeken, kadınların iç giysi çamaşırlarıydı. Katalog deki resimlere bakmak için Besime arkadaşı sık sık ziyarette bulunurduk. Her zaman nezaketini kayıp etmeyen Daye, o zamanlarda nezaketli bir şekilde, gülerek lütfen sayfa 709 dan başlıya bilirsiniz derdi.

Yusuf Dadaşut & Yusuf öz

1970 ler de köylülerimiz  Yusuf Öz, Mustafa Top, Yusuf Top, Yusuf Dadaşut, Zeynel Kurt ve Halil Yılmaz Stadtallendorf da bir metal fabrikasında çalışıyorlarmış. Hepsi de aynı işçi heimlerin de farklı odalarda kalıyorlarmış. Yusuf Dadaşut ile Yusuf Öz aynı bir odada kalıyorlarmış. Uzun bir dönem komün bir yaşamda sonra araları bozulur. Yusuf Dadaşut diğer köylülerini odasına çağırarak, Yusuf la komün yaşamlarının sona erdiğini, ortak mallarını paylaşmak için köylülerin de yardım talep etmiş. Ortak malları, üç kaşık, iki çatal, üç bıçak, iki çay bardağı, 4 tabak, bir çaydan vs… Dadaşut meseleyi gırgır alanına çekerek, ortak patates,soğan, meyveleri da masaya koyar, üç tanede muzu varmış. Sebze ve meyveler eşit dağıldıktan sonra, muzlar konusunda kargaşa çıkmış. Dadaşut üç muzun kendisine ait olduğunu, köylüleri çağırdığım da Öz ün iki muzu birde yediğini iddia  eder. Duruma sinirlenen Yusuf Öz ün neler yapabileceğini tahmininize bırakıyorum.  

Doğan Ber

Stadtallendorf ta bulunan köylülerimizi, Doğan Ber, Hasan Ber, Metin Aslaner ve İsmail Aslan ziyarette bulunurlar. Ziyarete gelenler, ziyaret edilenlerden birkaç yıl önce Almanya ya gelenlerdir. Gülmeli ve hüzünlü buluşma dan sonra, Doğan ın cömertliği tutar ve cebin de bir demet para çıkarıp, yeni gelenlere harçlık vermek ister. Kimse almaz. Ama harçlık almak isteyene de doğan vermek istemez. Kurt dumanlı günü sever. Hasan, Metin e göz eder ve İsmail i de kendilerine benzettikleri için, o da onların telinde hareket eder. . Doğan ı soymanın planlarına başlar. İnsanın dili, insanın başına beladır derler, Doğanın da mertliği başına bela açmıştır. Soyulma planını fark eden Doğan, paranın kendisine ait olmadığı, iş arkadaşların dan ödünç aldığını iddia etmesine rağmen, Hasan ile Metin, Doğan in yakasını bırakmazlar. Para koparmak için duygu sömürüsüne başlarlar. Çocuklara acilen para göndermeleri gerektiğini, şayet kedilerine güveni yoksa, istediği diğer köylüleri güvence olarak gösterilebileceğini anlatmaya başlarlar. Doğan tüm parasın da olacağına, Hasan, Metin ve İsmail e 100 Mark borç verir. Durum biraz sakinleşince, Doğan tuvalet bahanesi ile dışarı çıkar. O çıkış bu çıkış, Doğan bir daha odaya geri dönmez. Soluğu tren istasyonun da alan Dogan,  Frankfurt gider.   

Yeyenim Metin ve eniştem Hasan ı bir daha saygı ile anarım.  

Mamo

Mamo yaşlanmış, hareket alanı azalmış,  günün önemli zamanını yatakta geçirmektedir. Oğlu Hıdır ın yanında kalmaktadır. Mamo nun kendisine ait bir odası var. Odada bir karyola, yatağının karşısın da aynalı iki kapılı bir dolap ve bir sandalye mevcuttur. Akşama doğru Mamo nun karnı doyurulup, tuvalet ihtiyacı giderildikten sonra, Hıdır eşi Hülya ve çocukları ile beraber  bir aile ziyaretine giderler. Gece eve geldiklerin de Mamo nun yatmayıp halen uyanık bir şekilde yatağında uzandığını görürler.

Hıdır: baba niye yatmadın?

Momo: Oğlum ben akşam üşüdüm. Karşım da duran o xınzir adam dan battaniye istedim bana vermedi

Hıdır: Baba hangi adam dan?

Mamo: Oğlum gözün kör mü? Ha odur orda. Bak sana  ey gur şutik. ( sivri külahlı). Aylardır hep orda bir gün benimle konuşmuş değil. Kendisin den hiç insan tipi var mı? Ha lı Alo i dinik çuye. Ey cav gür. Akşam yalvardım yakardım üstüme bir battaniye atmadı.

Hıdır: baba o sensin. Dolapta olan aynadır. Senin resminin aynısı orda çıkıyor.

Mamo: He oğul he. Birde utanmadan onu okşayıp öpüyorsun. İnsan o kafiri öper mi?

 Mamo amcamı saygı ile anıyorum.

Köylülerim Frankfurt ta – ez bî dılê va bım

Halil, Mustafa, Zeynel, Yusuf ( Öz,Top ve Dadaşut) Frankfurt ta Doğan ağabeylerini ziyaret ederler. Frankfurt evliya şehri değil ki Doğan onları  türbeler de gezdirsin. Banka ve diğer tekellerin yüksek binalarının yoğun olduğu bir şehir. Frankfurt derken akla yüksek gökdelenlerin yanı sıra meşhur Kaiser Strasse de gelir. Köylülerimiz hepsi 30 yaşların da küçük, düne kadar kara koyun sütü ile beslenmiş  delikanlılardır. Frankfurt a gidip de o caddeyi görmemek, hacca gidip, şeytanı taşlamamak anlamına gelir. Ağabeyleri Doğan da alıp onları Kaiser Str. de gezdirmeye götürür. İnsanlarımız biraz da olsa medeni olmaya başlamışlar. Bundan 40 yıl önce cahil genleri bu gün ki de biraz daha fazlaymış. Hava yağmurlu, sokak yağmur suları ile dolu.  Sokakta onları geçen bir kadına bir tacizlik olayı olmuş olmalı ki,  kadın geri dönüp, elinde ki el çantası ile birinin suratına vurur. İçlerin de birisi baygın şekil de yere düşüp her tarafı ıslanır. Bilin bakalım o kim olabilir?

KÖYLÜ ANILARI

Kurmeşli şeytanı nasıl kandırmış ?

Komşu köylülerimiz, Kurmeşlilerle şakalaştıklarında, siz kurmeşliler fenasınız, şeytanı dahi kanırmışsınız derler. Bunun hikayesini şu şekilde anlatırlar.

Kurmeşli ile şeytan oturdukları bir odada kimin daha güçlü ve kavgacı oldukları konusunda kendi aralarında girerleri iddia sonucu kavga yapmak ister. Şeytana uzun bir sopa, kendisi de kısa bir sopa alır. Odanın içerisinde birbirlerini sopa ile dövmeye başlarlar. Şeytan Kurmeşliye vurmak isterken elindeki sopa uzun olduğunda, odadaki tavana değer. Kurmeşli kısa sopası ile şeytanı odada iyice dayaklar.

Şeytan, kurmeşliyi dışarıda kavga etmeye davet eder. Kurmeşli tamam der, şeytanın elindeki uzun sopayı alır, elindeki kısa sopayı da şeytana verir. Açık havada giriştikleri sopalı kavgada, uzun sopa ile şeytanı döverek ve şeytanın kendisine yaklaşmasını engeller.

Saf Kurmeşli

Yaz ayının sıcaklığın da dere yatağında hayvanlarını dinlendiren Kurmeşli, yaz ayında aniden yağan yağmur suyunun yol açtığı sele hayvanlarını kaptırır.

Hayvanlarını sel suyunda kurtarmak için, eline bir meşe dalı alarak, suya kapılmış hayvanlara uzatıp, onların sudan çıkıp meşe yaprağını yemeye davet etmiş.


Sevkerlinin tarlaya tuz ekişi

Sevkerli bölgemizde tarım alanında büyük bir yenilik yapmak amacı ile tarlasına tuz ekmiş. Tarlalara ekilen diğer tarım ürünleri filizlenmeye başlarken, tuz tarlasında herhangi bir filizlenmeyi göremeyen Sevkerli, dili ile tuz tarlasının bir yerinde tatmaya başlar. Bir akrep o esnada dilini ısırır. Sevkerli, aman tuz niye o kadar acı olmuş der.

Kravatlı Alamancı

Almaya da çalışan bir Bargini li köyüne izine gider. Boynuna bir kravat takat. İzin boyunca kravatı boynunda çıkarmaz. Akşamları pijamalarını boynundaki gömlek ve kravat üzerinde giyinerek uyurmuş. Durumu merak eden köylüler sorduğunda, ez kurban, ha bu meretin bağlanmasını bilmediğim için onu boynumda çıkarmak istemiyorum dermiş.

Adını unutan Demrek li Huso

Huso Elazığ peynir pazarında peynirini satmaya gider. Peyniri satın almak isteyen, peyniri kantara çeker. Kantarcı peynir sahibinin ismini sorar. Huso, hemen geliyorum der ve büyük bir telaşla, peynir pazarının yan başındaki kirvesi Abdullah nın dükkanına girer. Abdullah, Hüseyin kirve bir isteğim mi var der. Aynı telaşla geri dönüp, kantarcıya adım Hüseyin dir der.

Aslan sütünü içen, aslan gibi kürkler

Demrekli Kako amca yaz ayının kızgın sıcaklığında Pertek ten köyüne gider. Çok susayan Kako amca, Cüçke de Muhtar Hıdır ın evine gider ve kendisine bir tas su verilmesini rica eder. Muhtar taze ayran içmesini önerir. Buna sevinen Kako, daha güzel olur der. Hıdır, bir bardağa rakıyı su ile karıştırıp Kako ya verir. Kako bir yudumda ayranı içer. Bu ne biçim ayrandır hem acı hem de ekşidir der. Hıdır, o belki biraz güneşte kalmıştır, sen bir bardak daha iç der. İkinci bardağı da ayran diye bir yudumda içer. Kako, ya Muhtar bu ne biçim taze ayrandır, sizin dünde kalmış bayat ayranınız yok mu dur der. Hıdır var var der, bir bardak ta dünde kalmış bayat ayranı iç der. Üçüncü bardağa rakı miktarını daha fazla doldurup, Kako amcaya ikram eder ve boşalan rakı şişesine ayran doldurup, bunu da yolda giderken iç der.

Hiç alkol alışkanlığı olmayan Kako amca olay yerinde dengesini kaybetmesine rağmen, ayran şişesinde eline alıp Demrek yoluna devam eder. Köyüne vardığında, üstü başı çalı ve tozlu olan Kako amca, naralar savurur. Köylüler merakla kendisine ne olduğunu sorunca, Kako, Hıdır Muhtarın ayranını çok güzeldi. Ama şişedeki ayran o diğer ayrana hiç bezemiyor demiş. Elindeki boş şişede anlaşılmış ki akrabası Muhtar Kako ya hayatın unutulmaz sürprizini yapmış.

Pirim Hüseyin Rüzgar

Pirlerimi severim. Ulm lu Hüseyin dede pirimi daha fazla severim. O bende çıralık istemez di. Elini öper o da bana bir şeker verirdi. Halk arasın da ona şekerli dede derlerdi.

Bir düğünde bana bir anısını anlattı. İzine giderken, İstanbul da otobüse bindiğinde, yaşlı uzun sakalı bir adam kendisinin yanına vararak, ben Hızırım, keseceğin kurbanın parasını bana vereceksin, bende yoksullara dağıtacağım der. Hiç itiraz etmeden parayı verir ve Hızırın elini öper. Kuşkulandım ama, hiç bir şey söylemek istemedim.

Arada bir yıl sonra, Ulm da buluştuğum da, bu yılda aynı olayın başında geçtiğini anlatınca, kuşkularımı kendisine anlattım. Pirimi sevdiğim kadar, o da beni sever ve inanırdı. O kişinin Hızır olmadığını, kimden paranın olduğunu giysilerinde tahmin ettiğini ve insanların inançlarını kötüye kullandığını söyledim ve bir daha karşısına çıktığında, polise haber vermesini tavsiye ettim. Gerçekten de bir yıl sonra aynı adam otobüs garajında Hüseyin dedeye yaklaştığında, sen Hızır değil, sahtekarsın dediğinde adamın hemen kaçıp kayıplara karıştığını bana anlattı.

MAMO ile MEMO

Mamo ile Memo duvar duvara komşular. İkisi de inançlarına katı bağlılar. Hızır haftasında Hak uğruna Hakkın kulları için bir iyilik yapmak isterler.

Mamo, Memo nun evine gidip, beraberce bir iyilik yapmak istediğini şu şekilde ifade eder.

Paçkan çeşmesin deki dut ağacının dalları çok aşağıya sapmış, çeşmeye su almak isteyen kadınların başörtüsüne takıldıkları için, bu dalları nasıl keselim diye Memo nun tavsiyesini öğrenmek istemiş. Memo bu işin çok hayırlı bir iş olacağını söyleyerek, dutun dallarını kesimi konusunda kendi aralarında şu planı yapmışlar.

Memo demiş ki, ben katırın üstüne çıkıp, dere ile o dalları keserim. Sende aşağıda karırın yularını sıkı tutarsın.

Hızırın son gecesinin sabahında, kimse çeşmeye gelmeden, Mamo ile Memo planlarını uygulamak için paçkan çeşmesine giderler.

Memo eline dereyi alıp katırın üstüne çıkar. Mamo da aşağıda karırın yularını sıkı şekilde tutar.

Memo dere ile dut dalına vurunca katır ürker ve kaçmaya başlar. Memo pat diye yere düşer. Mamo katırı tutmak için çabalarken, paçkan çeşmesindeki havuzun içine düşer.

Sabah çeşme başına su almaya gelen kadınlar, Memo yu kanlar içersin de, Mamo yu da havuzdaki sular içersin de görürler.

Durumu köylülere bildirirler ve köylüler Memo ile Mamo nun yardımına koşarlar. Onların bu durumunu merak eden köylülere Memo ile Mamo nun cevabı şu olur. Hızır bizi dövdü.

İkisini rahmetle anıyorum.

APE

Ape ( Munzur Uc) eşeğine yüklediği meşe odunlarını Pertek e satmaya götürür. Orman yasasına göre müsaadesiz meşe ağacını kırmak ve satmak yasaktır. Ape nerde bilecek ki. Polis Ape yi yakalar ve Ape meşe ağacını kırma ve satma sucundan mahkemelik olur. Aynı gün etek giyinmiş bir bayan hakim mahkemede Ape nin neden müsaadesiz meşe ağacı sattığı konusunda ifadesini alır. Ape, üzerindeki yırtık ve yamalı şalvarını göstererek, Hakim hatun, ben aç ve sefil, sen bacak cırı çıplak ne yapabilirim ki? Hakim eteklerini toplayıp, beratına karar verir.

ÇUTO

Halam kızı Çuto nun ( Sultan Aslan) birkaç keçisi varmış. Keçilerinden birisinin adı kole miş. Kole yaramaz ve insanlardan kaçan bir keçiymiş. Kole yi tutup sağmak hep sorunmuş. Keçilerini sağarken, kole komşusu Gule nin ( Gule İmak) yanındaymış. Çuto, Gule ye Türkçe seslenerek, Gule çaktırmadan kole yi tut demiş. Kole o an kaçıyor. Türkçe anlamayan gule, Cuto ya kız sen ne diyorsun demiş. Cuto, sen anlamadın ama kole anladı ve kaçtı demiş.


SEYİT KAMAŞ

Bilmem tanırmısınız? Derviş Cemal lı bir derviş vardı. Adı seyit KAMAŞ tı. Annemin akrabası, bizim Hüseyin nin öz dayısı sayılır. Seyit Kamaş divaneydi. Evlenmemiş bir atı ve birde sopası vardı. Köy köy dolaşırdı. O sığırlara perpun vurmakta tanınmış meşhur bir lokman hekimiydi. Gür ve kaba bir sesi vardı. Köylüler onu evine götürür ve hayvanların hastalıktan korunması için, ona perpun yaptırırlardı. Büyük baş hayvanlar onun kaba ve gür sesini çoktan tanıyorlarmış. Hayvan ağırına sopası ile giren derviş, gür sesi ile YA HIZIR dediğinde, hayvanlar onun sert jopunu yiyeceğini bildiklerinden ötürü, sesi duyar durmaz bağırır ve kaçarlarmış.

Seyit Kamaş bir köye varır. Köylü bir bayan onu evine misafir eder. Kocasının nerde olduğunu sorduğunda, bayan birazdan gelir der. Seyit Kamaş a akşam yemeği hazırlar. Kazanda su ısıtıp, dervişe banyo yaptırır. Gece olur, bayanın kocası eve geldiği yoktur. Bayan dervişin yataklarını serer ve yatmasını tavsiye eder. Arada belli bir zaman geçtikten sonra, bayan dervişin yatağına gider.

Bayan: Sen benimle yatacaksın der.

Derviş: Sen benim bacımsın, kızımsın, talibimsin. Bunu bana nasıl teklif edersin der.

Bayan: Sen benimle yatmazsan, bağırır çağırırım. Tüm köylüyü buraya toplarım. Derim ki derviş yatağımın üstüne geldi.

Dervis: Kızım sen kafayı mı yedin. Ben evladı resülüm. Harama el sürmem. Ya Hızır beni bu imansızın elinden kurtar der.

Bayan: Hafif bir çığlık atar.

Derviş: Kız sus, kız sus insanlar duyacak.

Bayan: benimle yatarsan susarım.

Derviş: peki peki demiş.

Bayanın istediği, dervişinde mecburi kaldığı beraberlikten sonra,

Derviş: bayanın sırtına elini vurarak ‘ Bin bereket, sunduğun niyazı Hızır kabul eylesin, bu gelecek seneye kadar bana yeterlidir ‘ demiş.

Ay ışığında küçük tuvaletini yapmaya giden derviş, c. organına bakınca’ uy daye bu niye o kadar kıp kızıl olmuş’ der.

KEMO

Kemo ( Kemal Satık ) Orcan da heykeli dikilecek bir şahsiyettir. 170 boyunda 50 kg ağırlığında her Orcan lı ile mahkemelik olmuş, adından ve namından korkulan ve anılan bir kahraman.

99 Mahkeme

Kemo Orcan lı komşuları ile kavga etmeden önce, benim 99 mahkemelik davam var. Sen 100 cü dava olmaya hazırsan, buyurun kavgaya dermiş.


Xıdo Gali

Kemo Xıdo Gali ile kavga girer ve ona, elim sana kalkmadan, korkudan çenen titremeye başladı der.

Kemo nun kırık dişi

Kemo nun ön dişinin biri kırık olup takma bir diş takıyormuş. Birisi ile kavga yaptığında mahkemede suc duyurusunda bulunup, delil olarak davalının dişini kırmış olduğunu iddia ediyormuş. Bir çok davasına bakan hakim, durum da şüpheye düşer ve her kavgada aynı dişin kırılmasına bir mana vermez ve Kemo yu mahkemeye davet eder. Dişin takma olduğu, her an takılıp çıkarılan bir diş olduğuna kanaat getirir. Kemo, hakim bey, benim dişim ağzımdadır. Ağzıma yumruk vurup dişimi düşürürsen, kavgada dişini kırdım denilmez mı?

Orcan ların göçü

70 li yıllardan Orcan köyünden önemli göçler başlar. Göçler genellikle Hope , Nahale Muzuran, Abşeker, İstanbul ve Almanya ya olmuştur. Göçün nedenleri sorulduğunda, her birisi bir başka cevap verirken, en doğru cevabı Haydar Aral dostumdan aldım. Ben Kemo nun korkusundan köyümü terk ettim der.

Hoşça kalın. Yazdığım her anının kaynağını verebilirim.

Mehmet Yılmaz 14.03.2011